T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
WEB SİTESİ GİZLİLİK VE ÇEREZ POLİTİKASI
Web sitemizi ziyaret edenlerin kişisel verilerini 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca işlemekte ve gizliliğini korumaktayız. Bu Web Sitesi Gizlilik ve Çerez Politikası ile ziyaretçilerin kişisel verilerinin işlenmesi, çerez politikası ve internet sitesi gizlilik ilkeleri belirlenmektedir.
Çerezler (cookies), küçük bilgileri saklayan küçük metin dosyalarıdır. Çerezler, ziyaret ettiğiniz internet siteleri tarafından, tarayıcılar aracılığıyla cihazınıza veya ağ sunucusuna depolanır. İnternet sitesi tarayıcınıza yüklendiğinde çerezler cihazınızda saklanır. Çerezler, internet sitesinin düzgün çalışmasını, daha güvenli hale getirilmesini, daha iyi kullanıcı deneyimi sunmasını sağlar. Oturum ve yerel depolama alanları da çerezlerle aynı amaç için kullanılır. İnternet sitemizde çerez bulunmamakta, oturum ve yerel depolama alanları çalışmaktadır.
Web sitemizin ziyaretçiler tarafından en verimli şekilde faydalanılması için çerezler kullanılmaktadır. Çerezler tercih edilmemesi halinde tarayıcı ayarlarından silinebilir ya da engellenebilir. Ancak bu web sitemizin performansını olumsuz etkileyebilir. Ziyaretçi tarayıcıdan çerez ayarlarını değiştirmediği sürece bu sitede çerez kullanımını kabul ettiği varsayılır.
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz aşağıda sıralanan amaçlarla T.C. İçişleri Bakanlığı tarafından Kanun’un 5. ve 6. maddelerine uygun olarak işlenmektedir:
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz, kişisel verilerinizin işlenme amaçları doğrultusunda, iş ortaklarımıza, tedarikçilerimize kanunen yetkili kamu kurumlarına ve özel kişilere Kanun’un 8. ve 9. maddelerinde belirtilen kişisel veri işleme şartları ve amaçları kapsamında aktarılabilmektedir.
Çerezler, ziyaret edilen internet siteleri tarafından tarayıcılar aracılığıyla cihaza veya ağ sunucusuna depolanan küçük metin dosyalarıdır. Web sitemiz ziyaret edildiğinde, kişisel verilerin saklanması için herhangi bir çerez kullanılmamaktadır.
Web sitemiz birinci ve üçüncü taraf çerezleri kullanır. Birinci taraf çerezleri çoğunlukla web sitesinin doğru şekilde çalışması için gereklidir, kişisel verilerinizi tutmazlar. Üçüncü taraf çerezleri, web sitemizin performansını, etkileşimini, güvenliğini, reklamları ve sonucunda daha iyi bir hizmet sunmak için kullanılır. Kullanıcı deneyimi ve web sitemizle gelecekteki etkileşimleri hızlandırmaya yardımcı olur. Bu kapsamda çerezler;
İşlevsel: Bunlar, web sitemizdeki bazı önemli olmayan işlevlere yardımcı olan çerezlerdir. Bu işlevler arasında videolar gibi içerik yerleştirme veya web sitesindeki içerikleri sosyal medya platformlarında paylaşma yer alır.
Oturum Çerezleri (Session Cookies) |
Oturum çerezleri ziyaretçilerimizin web sitemizi ziyaretleri süresince kullanılan, tarayıcı kapatıldıktan sonra silinen geçici çerezlerdir. Amacı ziyaretiniz süresince İnternet Sitesinin düzgün bir biçimde çalışmasının teminini sağlamaktır. |
Web sitemizde çerez kullanılmasının başlıca amaçları aşağıda sıralanmaktadır:
Farklı tarayıcılar web siteleri tarafından kullanılan çerezleri engellemek ve silmek için farklı yöntemler sunar. Çerezleri engellemek / silmek için tarayıcı ayarları değiştirilmelidir. Tanımlama bilgilerinin nasıl yönetileceği ve silineceği hakkında daha fazla bilgi edinmek için www.allaboutcookies.org adresi ziyaret edilebilir. Ziyaretçi, tarayıcı ayarlarını değiştirerek çerezlere ilişkin tercihlerini kişiselleştirme imkânına sahiptir.
Kanunun ilgili kişinin haklarını düzenleyen 11 inci maddesi kapsamındaki talepleri, Politika’da düzenlendiği şekilde, ayrıntısını Bakanlığımıza ileterek yapabilir. Talebin niteliğine göre en kısa sürede ve en geç otuz gün içinde başvuruları ücretsiz olarak sonuçlandırılır; ancak işlemin ayrıca bir maliyet gerektirmesi halinde Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından belirlenecek tarifeye göre ücret talep edilebilir.
Yakın çevresi ile birlikte Pisidia yöresinin önemli yerleşim merkezlerinden birisi olan Isparta’nın tarih öncesi dönemlere kadar ulaştığı bilinmektedir. Yörenin yerleşme tarihi Paleolitik (Eskitaş) Dönemle başlamaktadır. MÖ 2000’lerde ise Pisidya Bölgesi, Luvi ve Arzava topluluklarının yerleşme alanı idi. Hititler bir siyasi güç olarak ortaya çıktıktan sonra yöreye ilgi duymuşlar, ancak yüzyıllarca süren çatışmalara karşılık Arzava ülkesi üzerinde kesin bir egemenlik kuramamışlardır. MÖ 1200’lerde “Ege Göç Kavimleri” adı verilen topluluklar, Balkanlardan gelerek, Anadolu’nun siyasi yapısını bütünüyle değiştirdikleri gibi Arzava Ülkesi Konfederasyonu’nun da siyasi varlığına son vermişlerdir. Bu toplulukların en önemlisi Frigler, MÖ 8. yüzyıldan sonra, giderek güçlerini kaybetmiş ve MÖ 690’da bu topraklarda Lidya Devleti egemenliğini kurmuştur. Daha sonra Kimmer-Sapardailer sürekli akınlarla Lidyalıları oldukça zor durumda bırakmışlarsa da Isparta yöresinde uzun süreli bir yerleşik güç oluşturamamışlardır. Yöre, MÖ 546’da Perslerin egemenliğine girmiş ve MÖ334’e kadar onların egemenliği altında kalmıştır.
Bu tarihten sonra yöreye Büyük İskender egemen olmuştur. Hellenistik dönemde Minassos (Minasın), dikkati çeken bir yerleşme olarak görülmektedir. MÖ 323’te Büyük İskender’in ölümü üzerine, Isparta, sırasıyla Bergama Krallığı’nın, Seleukoslar’ın, son olarak da MÖ 190’da Romalıların yönetiminde bulunmuştur. Roma egemenliği MS 395’e kadar sürmüştür. 395 yılında Bizans egemenliği başlamış, Selçukluların Batı Anadolu’da denetimi kesin olarak ellerine aldıkları 1204 yılına kadar devam etmiştir. Roma yönetiminde Isparta’nın önemli yerleşme merkezleri Bayat (Selvecia Sidera), Uluborlu (Apollonia), Yalvaç (Antiokheia), Sütçüler (Sağrak-Adada), Şarkikaraağaç (Neopolis) ve Gelendost (Debenae)’dur. Roma İmparatorluğunun MÖ 395 yılında ikiyle ayrılmasından sonra, Bizans İmparatorluğuna bağlanan Isparta, VII. ve IX.yy.’da yapılan idari taksimata göre bir eyalet halini alarak bir din merkezi niteliği taşımıştır.
Isparta ve çevresi, Ortaçağda İslam Devletleriyle Bizanslılar arasındaki savaşlarda faal bir rol oynamıştır. 774 yılında Abbasiler döneminde güçlü bir Arap ordusu Isparta’yı almayı başardıysa da bir süre sonra Bizans birlikleri şehri geri almıştır. İslam devletlerinin Anadolu’ya akınları 10. yy.’a kadar sürmüştür. 8. yüzyıl başlarında kısa bir süre Abbasi yönetimine giren kentin adı, Arap kaynaklarında Sabart olarak geçmektedir.
Selçuklu tarihçisi, İbn Bibi, Isparta kalesinin ve vilayetinin Anadolu Selçuklu Sultanı III. Kılıç Arslan zamanında, 1204 yılında Selçuklular tarafından fethedildiğini yazmaktadır. Isparta merkezinde Selçuklulardan günümüze intikal etmiş, en eski Selçuklu eseri olan Ulu Cami 1299 tarihini taşımaktadır. İbn Bibi, burayı havası ve suyu ile meşhur bir vilayet olarak anlatmaktadır. Isparta yöresi 1300 yılında Hamitoğulları’nın egemenliği altına girmiştir. Hamitoğulları Beyliği döneminde Isparta’ya gelmiş olan ünlü Seyyah İbn Batuta, şehri bakımlı, zengin çarşıları olan, sayısız ırmak, bağ ve bostanları bulunan bir nezih belde olarak tanımlamaktadır. Hisarının yüksek bir dağ üzerinde olduğunu belirtmektedir. Hamitoğullan dönemi içinde kısa bir süre İlhanlı egemenliğine giren Isparta, tekrar Hamitoğulları egemenliğine girmiştir. Hamitoğlu Kemaleddin Hüseyin Bey, 1374 yılında yaptığı bir antlaşmayla, Isparta’yı Eğirdir, Karaağaç, Beyşehir, Seydişehir ve Yalvaç ile birlikte 80 bin altın karşılığında Osmanlı devletine vermiştir. 1390 yılında Kemaleddin Hüseyin Bey’in ölümüyle Isparta ve çevresi Osmanlı topraklarına kesin olarak katılmıştır. Osmanlı topraklarına katılan Isparta merkezi yönetime, merkezi Kütahya olan Anadolu Eyaletinin bir sancağı olarak katılmıştır. Bu yeni sancağın yönetimi Kutlu Bey’e verilmiştir. Kutlu Bey 1417 yılında Ulu Camiyi onartmış ve bu cami günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. Zaman zaman Osmanlılarla Karamanoğulları arasında el değiştiren Hamitili, II. Murad döneminde kesin olarak Osmanlılara katılmıştır. Sancak beyliğine de Şarapdar İlyas Bey atanmıştır. Hamitili’nin kesin olarak Osmanlı mülkü olmasından sonra Isparta, sancağın merkezi olmuş ve bu idari statüsü Eğirdir ile birlikte yürütülmüştür.
Isparta’nın Hamitili Sancağı’nın merkezi olarak önem kazanması Kanuni Sultan Süleyman devrinden itibaren başlamıştır. Bu dönemde tutulan kayıtlar, Isparta’nın sosyal ve ekonomik durumunu açıklamaktadır. 1522 yılındaki kayıtlarda, Isparta’nın, Çeribaşı, Debbağlar, İskender, Cami, İğneci, Farsaklar, Gebran (Hristiyan Mahallesi), Mescid-i Suyuğa Bey, Mescid-i Faslullah, Mescid-i Stile, Mescid-i Karaağaç, Mescid-i Hocaoğlu, Dere, Yenice ve Doğancı adları ile anılan 17 mahalleye sahip olduğu görülmektedir. Dokumacılık, bağcılık, boyacılık son derece gelişmiş bulunuyordu. İdari, askeri görevlilerin tımarları yanında, kentte Padişah Haşları da vardı. 1568 yılındaki tahrirde ise Hocaoğlu Mahallesi tahminen bir başka mahalleye dahil olmuş, yeni kurulan İlisucu, Hacı Elfî, Evren, Yayla, Leblebici (Keçeci), Mescid-i Hacı İvaz ve Mescid-i Tevesoğlu mahalleleri ile birlikte mahalle sayısı 23’e çıkmıştır. Ayrıca Hristiyan Mahallesinin Zimmiyan adıyla bilindiği da görülmektedir.
Isparta, çalışkan sancak beyleri dönemlerinde önemli imar faaliyetlerine sahne olmuştur. Firdevs Bey zamanında Mimar Sinan eserleri arasında sayılan cami ve bedesten yaptırılmıştır. Firdevs Bey Camii veya Mimar Sinan Camii olarak anılan cami ile bedesten arası, cami vakfı arasta olarak hizmet vermiştir. Yine bu resmi devlet kaynaklarından anlaşıldığına göre Hamidili Sancağı’nın XVI. yüzyılın sonlarından itibaren asayişi bozulmaya başlamış ve Suhte İsyanları ile uzun süre uğraşmak zorunda kalınmıştır. Bu konuda gerek sancaktan merkeze, gerekse divandan sancağa yazılan yazılar, olayları aydınlatmakta ve alınan önlemler hakkında bilgi vermektedirler. Toprak yönetiminin bozulması Osmanlı Devleti’nin ekonomik yaşamını felce uğratmış ve bundan Anadolu halkı büyük zarar görmüştür. Bu durum aynı zamanda ordu düzenini de bozmuştur. Bu bozukluk Isparta’da açık olarak görülmektedir. 1571 tarihli emirden anlaşıldığı gibi, hizmete çağrılan piyadelerin hiçbiri görevi başına gelmemiş, bir kısmı kaybolmuş, bir kısmı firar etmiş ve sancağın yayaları 200 kişiye kadar düşmüştür.
Devlet bu asayiş sorununu çözmek için çeşitli kararlar almak zorunda kalmış ve asayişi bozanların küreğe konulması emredilmiş, fakat bu tür hareketler devletin bozulmakta olan durumuna paralel bir gelişme göstermiştir. Gerçekten bu yüzyılın sonlarında ve XVII. yüzyılın başlarında görülen “Celali İsyanları” ve bu ayaklanmaları izleyen “Büyük Kaçgunluk Devri”nde Isparta büyük zarar görmüş ve Isparta-Akşehir çemberi bu ayaklanmaların sonunda, ekonomik yönden gerilemeye başlamıştır. Bu ayaklanmaların önüne geçmek amacıyla görevlendirilen Kuyucu Murad Paşa’nın asayişi düzene koyma ve Celali ayaklanmalarını bastırma hareketi, kısa bir süre sonra Isparta’nın tekrar eski haline kavuşmasına yol açmıştır. Şehirde daha önce meydana gelen ayaklanmaların yanında sık sık görülen deprem ve su baskınları gibi afetler çeşitli zararlara yol açmıştır. 1706 yılında Isparta’yı ziyaret eden Fransız Paul Lucas, kenti yün, deri ve afyon ticareti ile zengin bir kent olarak nitelerken deprem ve su baskınlarından çok zarar gördüğünü de belirtmektedir. 1780 yılında Gölcük Krater Gölü’nün taşması ile meydana gelen büyük sel Tekke ve Yaylazade Mahallelerini tümüyle tahrip etmiştir.
Isparta 18. yüzyılın sonlarına doğru, Hamid Paşa’nın çabalarıyla yeni ve önemli tesislere kavuşmuştur. Isparta sancağı 19. yüzyıl boyunca oldukça sakin ve istikrarlı bir çizgide görülmektedir. Yüzyılın ilk yarısında, Mektubi Hulefasından Sait Efendi’nin 1831 yılında yaptığı nüfus sayımında Isparta’nın merkez kazada toplam erkek nüfusunun 6.310 olduğu görülmektedir. Isparta, 1846 yılındaki düzenleme ile kurulan Konya Vilayeti’ne bağlı Hamid Sancağı’nın merkezidir. O zamanki adı Hamidabad idi. Bu statüsü 1854 yılındaki düzenlemede de devam etmiştir. Isparta’da İdadi Mektebi, ilk kez Rüştiye olarak 1860 yılında şimdiki ordu evinin bulunduğu yerde ahşap ve üstü kiremit olarak yapılmıştır. 1867 Vilayet Nizamnamesine göre Konya Vilayetinde kalan Isparta Sancağı’nın toplam 6 kazası vardır. Bu kazalar, Isparta Merkez Kaza, Uluborlu, Havza-ı Karaağaç, Gölhisar-Kemire-Tefenni (birlikte bir kaza), Barla-Pavlu-Ağros-Eğirdir (birlikte bir kaza) dir. O dönemde Hoyran ile Yalvaç birlikte bir kaza olarak Konya Vilayeti’nin merkez sancağına bağlıydılar.
1877’deki idari yapılanmada Burdur’un ayrı bir sancak olarak ayrıldığı, Hamit Sancağı’nın Hamit Merkez Kaza, Eğirdir, Uluborlu, Karaağaç ve Yalvaç olmak üzere toplam 5 kazadan oluştuğu görülmektedir. 1877’deki idari yapılanmanın 1892 ve 1903 devlet salnamelerinde de aynı olduğu görülmektedir. 1869 Konya Vilayet Salnamesinde Isparta Merkez Kazasında Saçıkaralı Aşireti ile birlikte 11.560 nüfus ve 41 mahalle bulunduğu kayıtlıdır. 1877 Konya Vilayet Salnamesi’ne göre, Isparta Merkez kaza ve bağlı 12 köyde toplam 13.152 kişinin yaşadığı belirtilmektedir. Yine 1877 Konya Vilayet Salnamesinde Isparta merkez kazada 22 cami, 18 mescid, 1 mevlevihane, 23 medrese, 3 kütüphane, 3 Rum Ortodoks kilisesi, 1 Ermeni kilisesi, 6 han, 5 hamam, 542 dükkan, 5 fırın, 1 tabakhane bulunduğu kayıtlıdır.
1882 Konya Vilayet Salnamesine göre, Isparta Merkez kazanın nüfusu hakkında şu bilgiler yer almaktadır. 14.251 kadın, 13.905 erkek olmak üzere toplam 28.156 müslüman, 2.163 kadın 2.239 erkek olmak üzere toplam 4.402 Rum Ortodoks, 205 kadın, 346 erkek olmak üzere toplam 551 Ermeni Gregoryan dinsel dağılımı bulunmakta ve toplam 33.109 kişi yaşamaktadır. 1885 yılında yapılan bir tesbitte Isparta merkez kazada, 4.3561’i müslüman, 4.524’ü Rum Ortodoks ve 619’u Ermeni Gregoryan olmak üzere 48.704 kişinin yaşadığı belirtilmektedir.
Isparta, 1919-1923 arası Mütakere ve Milli Mücadele Dönemi’nde, işgal ve çatışmalardan sınırlı etkilenen, sayılı kentlerdendir. Isparta Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalanan Mondros Mütarekesi günlerinde, Konya Vilayeti’ne bağlı Hamidabad Sancağı’nın merkezidir. Sancağın 1914’te 45.000 dolayında olan nüfusu, yöre Rumlarının birinci Dünya Savaşı sonrasında Yunanistan’a göçmeleri nedeniyle, 40.000’nin altına düşmüştür. Sancağın merkez kazası dışında dört kazası vardır. Bunlar; Eğirdir, Şarkikaraağaç, Uluborlu ve Yalvaç’tır. Başlıca ekonomik etkinliği gülyağcılık, halıcılık ve haşhaş üretimidir. Isparta’nın dış satımı da bu ürünlere dayalıdır.
İhtilaf Devletleri arasında paylaşıma ilişkin ön pazarlıkların sona erdiği ve Ege’de ilk Yunan işgalinin başladığı günlerde, Isparta yöresinin, İkinci Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa dışındaki hemen tüm mülki yöneticileri, Damat Ferit Paşa Hükümeti ile sıkı ilişki içindeydiler. Bunlar, İtilaf Devletleri’ne boyun eğme siyasetine bağlı olarak, gelişen işgallere karşı anılmaya değer bir tepki göstermiyorlardı. Eşraftan bazı kişiler ise Antalya’da İtalyan temsilcisi Marki Granti ile görüşüp, İtalyanları Isparta’ya çağırmışlardı. Buna karşın, eşraf ve yerel yöneticilerinin büyük çoğunluğu Anadolu topraklarının açık açık pazarlık konusu edilmesine tepki gösteriyorlardı. Yer yer başlayan işgalleri direnişle karşılamaktan yana bir tutum takınıyorlardı. Nitekim, halkı ölçülü davranmaya çağırmak üzere, Mayıs 1919 ortalarında Isparta’ya gelen Şehzade Abdurrahman Efendi, kasabada oldukça soğuk karşılanmıştır.
Yunanlıların İzmir yöresinde, İtalyanların da Antalya’daki işgalleri başlar başlamaz Isparta eşrafından ileri gelenler ivedilikle bir araya geldiler ve direniş yollarını araştırmaya koyuldular. Isparta’daki yerel direniş örgütlenmesinin önderliğini ise, Talapaşazade Hafız İbrahim Efendi ile Müftü Hüseyin Hüsnü Efendi yapıyorlardı. Hafız İbrahim Efendi, İtalyanların Burdur üzerine harekete geçtiklerini öğrendikten sonra, İkinci Ordu Müfettişi aracılığı ile İstanbul’a bir telgraf çekmiş ve İtalyan harekatı ile ilgili olarak hükümetten ivedi bilgi istemiştir. İbrahim Efendi’nin telgrafında, Isparta yöresi halkının işgale hiçbir biçimde boyun eğmeyeceği ve şiddetle direneceği kesin bir dille belirtilmiştir. Bu arada, Hafız İbrahim Efendi ve İhtiyat Zabitleri Cemiyeti’nin öncülüğüyle, “Demiralay” adı verilen bir direniş örgütü oluşturmuş ve bu örgüt içinde yer almaları için tüm Isparta gençliğine çağrıda bulunmuştur. İtalyan birlikleri 28 Haziran 1919’da Burdur’u işgal edip Isparta’ya ulaştıklarında, Demiralay örgütü hızla gelişiyordu. Nitekim, İtalyan işgalinin kırılmasında ve bir hafta gibi kısa bir süre içinde geri çekilmek zorunda kalmalarında bu örgütün protesto gösterilerinin önemli bir payı olmuştur. Isparta’nın yanı sıra Uluborlu ve Eğirdir’de de tepkiler görülünce, İtalyan İşgal Komutanlığı, harekatını daha çok kıyı kentlerinde yoğunlaştırmıştır.
Milli Mücadele’nin ilk Garp Cephesi Komutanı Ali Fuat Cebesoy, Isparta direniş örgütlenmesinin, o dönemde, Kuva-yı Milliye içinde oynadığı önemli rolü şöyle anar:
” Anadolu’nun belirli bir bölümünü elde tutabilmenin ilk koşulu, başında bulunduğum Yirminci Kolordu’nun sahası içinde olan Isparla-Afyonkarahisar-Eskişehir hattını korumaktı. Eskişehir’de İngilizler vardı. Isparta ve Afyonkarahisar’ı koruyabilirsek, İngilizleri Eskişehir’den atmak olanaklıydı. Isparta ve Afyonkarahisar’da ulusal güçleri oluşturmak için çaba harcamamıza gerek kalmadı. Bu iki kentimizde, iki din adamı, başı sarıklı iki savaşçı başa geçmiş, ulusal güçleri, deneyim sahibi bir komutanın tutumu ve uzak görüşlülüğüyle örgütlemiş ve ilk anda yadırganacak bir kararla komutayı da kendi ellerine almışlardı. Isparta’da Hafız İbrahim Efendi, Afyonkarahisar’da Hoca İsmail Şükrü Efendi…”
Ali Fuat Cebesoy ‘un böylesine övgüyle andığı bu iki kişiden Hafız İbrahim Efendi, Kuva-yı Milliye’nin Isparta’daki örgütlenmesinde en ön sırada yer aldı ve Sivas Kongresi sonrasında oluşturulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Isparta Şubesi Başkanlığı’na getirildi. Ispartalı gönüllülerden oluşturduğu Demiralay ise, Yunanlılara karşı kurulan Denizli-Sarayköy Cephesi’nde önemli yararlılıklar gösterdi. Büyük Millet meclisinde Isparta Milletvekili olarak yer alan Hafız İbrahim Efendi’nin “Demiralay” soyadını alması da yine bu çabaları dolayısıyla olmuştur.
Isparta’da işgal kuvvetlerine karşı oluşan tepkiden dolayı doğrudan işgale girişemeyen İtalyanlar, birkaç subay ve süvariyle Isparta’ya gelerek, asayiş gayesiyle küçük bir müfreze bulundurmak isteğinde bulundular. Ancak İtalyanların bu teklifi Ispartalılar tarafından tepki ile karşılanır. 1919 yılı Ağustos ayının ortalarında sekiz bin kişinin katıldığı bir protesto mitingi yapılır. Sonunda İtalyan subay ve askerleri Isparta’dan ayrılmak zorunda kalarak Antalya’ya geri dönerler. Ekim 1919’da Antalya İşgal Komutanı General Emilton’un beraberinde 168 atlı olduğu halde otomobil ile Çerçin yolundan Isparta’ya hareket edeceği, ayrıca 2 tabur askerin emre hazır olduğu Burdur Telgraf Müdürü tarafından Hafız İbrahim Bey’e haber verilir.
Hafiz İbrahim Demiralay bu olayı şöyle anlatır: ” Mesele mühim ve nazik idi. Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Mustafa, 68. Alay S. Tabur Komutanı Yİüzbaşı Hüsnü Beyler ile vazifeyi yerine getirmeyi üstümüze aldık. Çünür ve Çerçin şoselerinin birleşme noktasında pusu kurarak gelmelerini bekledik. Otomobilin etrafını süvariler çevirmiş yavaş yavaş geliyordu. Yanımıza yaklaştığında kuvvetlerimizin dur emrine itaat ederek otomobilinden indi. Evvela süvarilerin silahları alınarak askeriye deposuna, hayvanları da depoya gönderildi. Kumandanın otomobilini de iki çete ile el koyarak hükümete, korunmak üzere gönderdik. Ben kısa yoldan Mutasarrıfa daha evvel ulaşıp görüşerek sözlü uyarıda bulundum: Siz hükümet lisanıyle ne suretle idare ederseniz ediniz. Bizim isteğimiz bu adama bir bardak su dahi vermeyerek, bir saat sonra geldiği yere çevrilmesidir. Bu yapılmazsa öldüreceğiz. Talat Bey resmi lisanla, bir saat güçlük çekerek bir daha gelmemek şartıyla geri göndermeyi başardı. Biz de Isparta sınırları dışında silahlarını teslim ederek serbest bıraktık.”
Mutasarrıf Talat Bey, İtalyan Komutan ile konuşurken Hükümet binasının başka bir odasında şöyle bir konuşma geçtiği belirtiliyor: “İtalyanların halka yaranma politikalarına kanan birisi:
– Hafız! İtalyanlardan bize ne zarar var? Memlekete birçok iyilikler getirecekler, hastahane
açacaklar, bol paralı müesseseler yaparak memleketi yükseltecekler, çok ileri gidiyorsun, yoksa
Isparta sırf senden mi sorulur? Hafız İbrahim ise, kendisi gibi düşünen çoğunluğa tercüman olarak şu
sözlerle cevap verir:
– Evet benden sorulur. Ecdadım bu memleketi tahta bıçakla feth etmiş, ben de kılıcımla koruyacağım.
Kalkıp gitmeniz hakkınızda hayırlı olur. “
Bu sözlerle Isparta, işgale karşı olduğunu ve gerekirse silaha karşılık verebileceğini kesin olarak ortaya koymuştur. İtalyanlar Ispartalıların kendilerine karşı sert tepkilerini anlamakla beraber, çeşitli bahanelerle siyasi temsilciler göndermeye devam ettiler. Ancak bu ziyaretlerinde çok dikkatli olarak önceden izin bile aldılar. 28.10.1919 tarihinde Isparta’ya halı almak için geleceği bildirilen İtalyanlara izin verilir. Bir İtalyan subayı yanında başka subaylar ve Yahudi bir tercüman ile Isparta’ya gelir. Otomobillerini Kerimpaşa Hanı’na bırakarak Şark Halı Şirketine giderler. İzin verilen sayıdan fazla kişinin gelmesi Isparta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin dikkatini çeker. Emekli Subay Yılmaz İbrahim komutasında 15 kişilik silahlı bir grup devriye çıkarılır. Aynı gün gecesi Şark Halı Şirketi’nde bulunan İtalyanlar silahlı devriyeler tarafından alınarak Hafız İbrahim’in huzuruna getirilir. Korku içinde olan heyete Hafız İbrahim yüksek sesle, izinsiz ve habersiz niçin geldiklerini sorar. İtalyanlar Isparta’yı geliştirici ticari girişimler yapmak istediklerini belirtirler. Ancak Hafız İbrahim’in kararlı tutumu karşısında kendisinden güvenlik belgesi alarak Burdur’a dönerler. Çünür-Fandas yoluyla Burdur’a giden İtalyanların yolu sık sık milli kuvvetler tarafından kesilerek Isparta’nın organize ve çok sayıda askeri güç tarafından korunduğu izlenimi verilir. Isparta Sancağı, Ispartalıların gösterdiği kesin ve azimli tavır karşısında işgal edilememiştir.
Özetle, 1919-1923 yılları arasında Milli Mücadele döneminde Isparta, yörede söz konusu olan yabancı işgallerinden en az etkilenen illerden biri olmuştur. İhtilaf devletlerinden olan İtalyanların nüfusuna bırakılmış olan Isparta, çok büyük bir direniş göstermiş, İtalyanların işgaline boyun eğmemişdir. İç Anadolu, Ege ve Akdeniz Bölgelerini birbirine bağlayan önemli bir coğrafi konumda bulunan Isparta, çeşitli yönlerden önemli gelişmelerini Cumhuriyet döneminde sağlamıştır.
Isparta ve ilçelerinin gelişmelerini Cumhuriyet döneminde iki safhada incelemek gerekir. İlki, 1960 yılına kadardır. Bu dönemde sosyal, ekonomik ve bayındırlık yönlerinden özellik taşıyan çalışmalara başlanmıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinde Isparta’nın ikinci gelişme safhası 1960 yılından sonra başlar. Bu tarihten bu yana gelişme sürecinin daha da arttığı, özellikle sanayileşme ve şehirleşme hareketlerinin önem kazandığı görülmektedir.
Isparta, Cumhuriyet döneminde de 1960 yılına kadar olan devrede bir taraftan bellibaşlı bayındırlık hizmetlerine kavuşurken, özellikle gül tarımcılığının ve halıcılığın gelişmesi ile ekonomik yönden önemli ölçüde etkilenmiştir. 1936 yılında Isparta’nın demiryoluna kavuşmasının yöreye olumlu etkisi büyük olmuştur. 1960 yılından günümüze kadar geçen süre içinde ise, Isparta’da modern şehirleşme hızla etkisini göstermiş birçok sosyal, eğitim, sağlık, sanayi tesisleri merkez kentte olduğu kadar ildeki diğer yerleşmelerde de kurulmuş ve kurulmalarına devam edilmektedir.
Kente niçin Isparta denildiği, Isparta adının nereden geldiği, kesin olarak bilinmemektedir. Bu konuda pek çok araştırma, görüşler vardır. Böcüzade Süleyman Sami’nin Isparta Tarihi’nde, Meydan Larousse’da, Kaamus’ul-Alam’da Isparta adının Pisidia şehirlerinden Baris’in yerine kullanıldığı ifade edilmektedir. Baris adının Sanskritçe “Su” anlamına gelen “Vari” kelimesiyle bağlantısı olduğu sanılmaktadır. Bu adın başına “Is” zarf edatı getirilerek Isparita şeklini aldığı, galat olarak “Isparta” denildiği belirtilmektedir.
Enter active section number (Note: to have all sections closed on initial load enter non-existing number).
Diğer bir görüşü ifade eden Turhan Hikmet Dağlıoğlu ile Prof. Unger, Isparta adının “Baride” kelimesinden geldiğini, bu kelimenin Hititçe, belkide Lidya dilinden gelmiş bir sözcük olduğunu, Yunan göçmenlerin Anadolu’ya gelmelerinden sonra Barida adına “Eis” takısını ekleyerek “Isbarida” dediklerini açıklamaktadırlar. Isparta adının “Eis Baride”den geldiği, daha sonra da bu sözün Türkler tarafından “Isparta” şeklinde kullanıldığı görüşüne, Prof. Osman Turan ve Prof. Ramsey’de katılmaktadırlar.
Arap kaynaklarında Isparta adı, Sabarta (İbni Batuta’da) olarak geçmektedir. Bu adın MÖ VIII. yy.’da Karadeniz’in kuzeyindeki İskitlerce güneye sürülen Sabardai kavimlerinin yöreye yerleşmeleri sonucu verildiği de ifade edilmektedir.
Bir başka görüş de Isparta’nın tarihte en çok geçen adının Baris olduğudur. Bu isim Hititler tarafından verilmiş olup, “Bereket” anlamına gelmektedir. Romalılar Pisidia bölgesine hakim olunca, Baris adını kendi dillerine uydurup “Sbarita” demişlerdir. Kent Türklerin eline geçtikten sonra da Isparta şehrine dönüşmüş ve bu isim altında anıla gelmiştir.
Isparta İli, Akdeniz Bölgesi’nin kuzeyinde Göller bölgesinde yer alır. 8.933 km2’lik yüzölçümüne sahip olan şehrin rakımı ortalama 1050 metredir. İlin % 68,4’ü dağlar, % 16,8’i ovalar ve % 14,8’i platolardan oluşur. Isparta’da, Batı Toroslar’ın uzantısı olan ve yüksekliği 3000 metreyi bulan oldukça yüksek dağlar vardır. Dedegöl, Barla, Davraz ve Akdağ ilin en önemli dağları; Eğirdir Gölü, Beyşehir Gölü, Kovada Gölü ve Gölcük Krater Gölü ise bilinen en önemli gölleridir.
Coğrafyası üzerinde çok sayıda göl, gölet, dağ, yayla, kanyon, mağara, orman, akarsu ile milli ve tabiat parkları bulunan Isparta, bu zenginlikleriyle gelen turistlere ve doğaseverlere her türlü alternatif turizm imkânlarını sunar.
Isparta topraklarının güney kısmını oluşturan Sütçüler İlçesi, Eğirdir İlçesi, kısmen de Aksu İlçesi ve Merkez İlçe’de Akdeniz İklimi’nin etkileri görülür. Bu bölümlerde kışlar yağışlı ve daha ılıman geçerken, yazlar sıcak ve nemlidir. Yine aynı coğrafya Akdeniz Bölgesi’nin coğrafi özelliklerini de gösterir. Batı Toros Dağları’nın en yüksek zirvelerinden biri de Aksu ve Yenişarbademli İlçeleri sınırları içinde kalan Dedegöl Dağı’dır (2998 m). Barla Dağı (Gelincik Tepesi-2798 m) ile kış sporları ve turizm merkezi olarak ilan edilmiş Davraz Dağı (2635 m) ilin diğer yüksek dağlarıdır.
Sütçüler İlçesi genelinde akarsuların ve tektonik hareketlerin sonucu büyük dağ silsileleri arasında vadi ve kanyonlar oluşmuştur. Bu kanyonların pek çoğunda küçük dereler ve akarsular Akdeniz’e doğru birbiriyle yarışmaktadır. Yine bu bölüm çeşitli ağaç türlerinin bulunduğu sık ormanlarıyla da dikkat çekmektedir. Eğirdir İlçesi sınırları içinde is Yukarı Gökdere Kasnak Meşesi Ormanı endemik türlerin bir arada bulunduğu bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır.
İlin doğusunda kalan Şarkikaraağaç, Gelendost; kuzeyindeki Yalvaç, Senirkent; batısında yer alan Uluborlu, Keçiborlu ve Gönen İlçeleri ise genel olarak Orta Anadolu’nun karakteristik bir özelliği olan bozkır iklimini yansıtırlar.
Bu bölümün coğrafi özellikleri ise geniş ovalar, yaygın olmayan ormanlar, yer yer yüksek dağlar olarak belirtilebilir.
Isparta’ya 110 km uzaklıkta olan Yenişarbademli, Beyşehir Gölü’nün batısında Toros Dağları’nın kuzey uzantısı olan Anamas Dağları ile bütünleşir. İlçenin denizden yüksekliği 1150 m, yüzölçümü 184 km²dir.
Yenişarbademli’nin zengin coğrafyasında foto safari, trekking, jeep safari, mağaracılık, kuş gözlemciliği, dağcılık, yayla, kamp-karavan ve av turizmi yapılabilmektedir.
Yenişarbademli’de, her yıl Temmuz ayında Geleneksel Pınargözü Kültür Şenlikleri ile ilçenin Melikler Yaylası’nda her yıl Mayıs ayının 2. haftasında Dağcılık Şenliği yapılmaktadır.
Yenişarbademli İlçesi’nde Melikler, Ağıllıca ve Malanda Yaylaları, Beyşehir Gölü ve Ağıllıca Mevkii’nde şu an faal durumdaki su değirmeni oldukça ilgi çekicidir.
Yenişarbademli İlçesi topraklarının içinde olduğu bölge Hitit, Frig, Lidya, Pers, Seleukoslar, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı hakimiyeti içinde kalmıştır.
Bölge, 1380 yılında, Osmanlı egemenliğine girmiştir. 1400-1600 yılları arasında Yenişar, Muma (Gölkonak), Şarköy (Şehirköy), Kürtler (Pınarbaşı), Bademli, İsrailler, Kurucuova, Keçilik, Hoyran (Gölyaka), Yenice ve Küre köylerinden oluşmaktaydı. 1650 yılından itibaren ise, bu köylerin bir kısmının çeşitli nedenlerle yok olduğu görülmüştür.
Yenişar, bu dönemden sonra Beyşehir Sancağının Yenişehir Nahiyesi adı altında yönetilmeye başlamıştır.
Kasaba, 1810 yılında Konya vilayetine bağlanmış, bu durum 1868 yılına kadar devam etmiştir. Bundan sonra Yenişar adıyla anılagelmiştir. 1875 yılından sonra Hoyran (Gölyaka), Kurucuova köyleri Beyşehir’e bağlılıklarını korurken, Bademli, Muma (Gölkonak), Kürtler (Pınarbaşı) ve Yenice köyleri Şarkikaraağaç’a bağlanmıştır.
Bu köyler, Bademli merkez olmak üzere 1950-1954 yılları arasında nahiyelik ile idare edilirken, 1954’te Muma (Gölkonak) hariç, diğerleri birleştirilerek, Yenişarbademli Belediyesi kurulmuştur. Yenişarbademli 1991 yılında Şarkikaraağaç İlçesi’nden ayrılarak, Isparta İline bağlı bir ilçe olmuştur.
Pınargözü Mağarası 16 km uzunluğu ve 600 metreden fazla olan derinliği ile Avrupa‘nın ve Türkiye’nin en uzun mağarasıdır. Aynı zamanda Dünya’nın en büyük yeraltı gölü mağarası olarak da bilinmektedir. Mağaranın içinde değişik büyüklüklerde gölcükler, şelaleler, damlataşı havuzları ve damlataş birikintileri geniş yer kaplamaktadır. Mağaranın, hem bilimsel hem de görsel açıdan potansiyeli oldukça büyüktür.
Isparta’ya 105 km uzaklıkta olan Yalvaç, Sultan Dağları’nın güney eteklerinde, 1415 km²lik bir alan üzerine kurulmuştur. Denizden ortalama yüksekliği 1.100 m.dir. İlçenin tek gölü Hoyran Gölü’dür.
Yalvaç’ta trekking, foto safari gibi doğa sporları yapıp, antik kentte kültürel bir yolculuğa çıktıktan sonra, mahalle fırınlarından gelen Yalvaç ekmek ve böreklerinin, ayrıca keşkek yemeklerinin kokusuyla Yalvaç geleneklerini doyasıya yaşayabilirsiniz. Yalvaç’a özgü güllaç ve kesmikli baklavanın tadı bir başkadır. Yalvaç’ın tarihi ve turistik yerlerini gezdikten sonra 800 yıllık çınar ağacının altında içeceğiniz çaylar sizi dinlendirirken, asırlık çınar ağacının çağlara tanıklığını duyar gibi olursunuz. Yalvaç’ta semercilik, keçecilik, dericilik, saraççılık, minyatür at arabası imalatçılığı, nalbantçılık halen yaşatılan geleneksel el sanatları arasında yer alır.
Yalvaç’ın hemen hemen tüm mahallelerinde geleneksel Yalvaç evlerini, tarihi konaklarını, sokaklarını ve Anlatan Meydanı’nı görmeden ve gezmeden, özellikle Yalvaç’ın deriden yapılan ürünleri ile ekmeklerini almadan dönmeyin.
Yalvaç’ta her yıl genellikle Temmuz ayında Pisidia Antiokheia Kültür, Turizm ve Sanat Festivali yapılmaktadır.
Büyük İskender’in MÖ 323 yılında ölümünden sonra bölgede, Seleukos I veya oğlu Antiochos tarafından bir Pisidia Kenti olan Antiokheia kurulmuştur. MÖ 39-36 yılları arasında Galat Kralı Amyntas’ın idaresine giren antik kent, Amyntas’ın ölümüyle Roma İmparatoru Augustus tarafından Galatia Eyaletine dahil edilmiştir. MÖ 25 yılında İmparator Augustus zamanında “Colonia Caesarea Antiokheia” adıyla Roma kolonisine dönüştürülen şehir, bu statüsünü yaklaşık ikiyüz yıl korumuştur.
Roma egemenliği MS 395’e kadar sürmüş, bu tarihten sonra bölge Bizans topraklarına katılmıştır. Selçuklular Dönemi’nde Yalvaç ve çevresine yerleşen Oğuz oymaklarından ilki Yalvaçlar olduğundan dolayı, antik kent o günden sonra “Yalvaç” adını alır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun 1300 yıllarında parçalanması sonucu Yalvaç, Hamitoğulları Beyliği hakimiyetine girer. Hamitoğulları Beyliği Dönemi’nde gelişme gösteren Yalvaç, 1380 yılında Osmanlıların egemenliğine girer.
Antiokheia Seleukoslar Dönemi’nde stratejik konumundan ötürü I. Antiokhos Soter veya II. Antiokhos Theos tarafından koloni olarak yeniden isimlendirilmiş ve kentte Magnesia ad Meandrum’dan kolonistler getirilmiştir. Antiokheia, Seleukos Hanedanlığının Romalılarla yapmış olduğu Apameia Antlaşmasıyla özerk bir statüye kavuşmuş ve civitas libera ilan edilmiştir.
Antiokheia’nın Roma kolonisi olarak ilan edilmesinden sonra tıpkı Roma kenti gibi yedi tepe üzerine inşa edilmiş ve yedi Vicus’a bölünmüştür. Bu vicus’lar Roma’da adı kötüye çıkmış Vicus Tuscus, Vicus Salutaris, Vicus Cermalus, Vicus Velabrus, Vicus Venerius, Vicus Patricius ve Vicus Aedilicus’tur. Kent Decumanus Maximus ve Cardo Maximus olarak adlandırılan iki ana caddeye sahiptir ve ızgara planlı olarak inşa edilmiştir. Kentte özellikle Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait çok sayıda yapı bulunmaktadır.
Tiberia Platea Meydanı Merkezi Kilisenin doğusundaki Cardo Maximus’la Propylon arasında yer almaktadır. MS. 25-50 yılları arasına tarihlendirilen meydanda Monumentum Antiochenum olarak bilinen Res gestae divi Augusti anıtının Latincesi dikilmiştir. Augusta Platea ise Tiberia Platea’nın kuzeyinde yer almaktadır. Bu alanda bir tapınak inşa edilmiştir. Augusta Platea’nın altında Propylon yer almaktadır. Propylon arşitravına bronz harflerle aplike edilmiş ve imparator Augustus’a adanmış Pater patria unvanının geçtiği bir yazıt bulunmaktadır.
Tiberia Platea’nın güneyinde yer alan tiyatro Hellenistik Dönem’de inşa edilmiş olmalıdır. Nymphaion ise kentin kuzeyinde yer almaktadır. Nymphaion, Aquaductus’lar vasıtasıyla kente su sağlamaktadır. Antiokheia, Diocletianus’un idari düzenlemeleri çerçevesinde 308-311 yılları arasında yeni oluşturulan Pisidia Eyaletin’in metropolisi unvanını almıştır. Birçok yapı Diocletianus ve Constantinus zamanında tamirat görmüştür. Hıristiyanlığın Constantinus Dönemi’nde diğer dinlerle eşit statüye getirilmesinden sonra kentde Hristiyanlığa ait yapılar göze çarpmaktadır. Kent MS. 1 .yüzyılda Aziz Paulos tarafından ziyaret edilmiştir. Antiokheia MS. 6. yüzyılda Hierokles’in synekedemos adlı eserinde Pisidia Eyaleti’nin başpiskoposluk merkezi olarak bahsedilmiştir ve bu süreçlerde kente üç kilise inşa edilmiştir. MS. 6. yüzyılda ticari yolların değişmesiyle kent önemini kaybetmiştir. Kent 13. yüzyılın ikinci yarısında terkedilmiş olmalıdır.
Küçük bir adacık üzerindeki yerleşim içerisinde Tanrıça Artemis’e adanmış bir tapınağın kalıntıları ile çevresini saran Bizans Dönemi surları bulunmaktadır. Ayrıca adanın ortasında höyük benzeri bir yükseltinin olduğu görülmektedir. Surların sadece bir bölümü ayaktadır. Günümüze ulaşan kalıntılardan Antik Dönem’de kutsal bir yer olduğu anlaşılmaktadır.
Hüyüklü Kasabası içinden geçen çay üzerinde yapılmıştır. Yanlarda yuvarlak kemerli küçük, ortada sivri kemerli büyük olmak üzere toplam üç gözü bulunmaktadır. Köprü ayaklarına üçgen formlu sel yaranlar yapılmıştır. Köprünün doğusunda büyük gözün güneyinde mermer üzerine yazılmış bir yazıt bulunmaktadır. Kitabesinin özgün olduğu tahmin edilmektedir ancak okunamamaktadır.
Kasabanın merkezi bir yerinde bulunan köprü Gelendost İlçesi yönünden gelen ve Yalvaç yönüne giden kervan yolu üzerinde yer alır. Köprünün yapım tekniği ve üslubu açısından Selçuklu Dönemi’ne ait olduğu düşünülmektedir.
Yaklaşık kare planlı olan caminin tek şerefeli minaresi kuzeybatı köşededir. Caminin ana girişi kuzey yöndeki giriş kapısındandır. Ana giriş kapısının söve ve lentoları mermerdendir. Harime girişte üstte kadınlar mahfeli vardır. Ortadaki kubbeyi ahşap üç sütun desteklemektedir. Kubbenin ortasında alçı kabartma bitkisel motifli süslemeler ve yanlarda kalemişi süslemeler görülebilmektedir. Sütunların arasındaki kemerlerin soffitlerinde saç örgüsü, pandantiflerde silme biçiminde kalemişleri bulunur. Bunun dışında duvarlarda, kapı ve pencere üzerlerinde, mihrapta ve sütun başlıklarında Barok tarzı süslemeler vardır. Mihrapta alçı kabartma bitkisel motiflerle birlikte bunlardan sarkan kandil motifi bulunmaktadır. Yerel kaynaklarda 19. yüzyılda yapıldığı belirtilmiştir.
Uluborlu, Isparta’ya 65 km uzaklıkta yer alır. İlçeye yerleşim önceleri Toros kollarının uzantısı olan Kapı Dağı’nın eteklerinde kurulmuş, 1950 yılından sonra da şimdiki bulunduğu Uluborlu Ovasına taşınılmıştır.
Uluborlu’da üretilen kiraz kokusu ve tadıyla Türkiye’de ve yurt dışında marka olmaya başlamıştır. Kiraz ve Yağlı Pehlivan Güreş Şenlikleri, kiraz toplama mevsimi olan Haziran ayının son haftası veya Temmuz ayının ilk haftasında 2 gün sürer.
Uluborlu’da antik kent ve müze ziyaretleri ile geçmişe doğru bir yolculuk yapabilirsiniz. Ayrıca, Uluborlu’nun banak yemeğini ve kuyruğu sulu böreğini yemeden dönmeyin.
Uluborlu, Frig Dönemi’nden Bizans Dönemi sonuna değin “Apollonia” adıyla anılmıştır. Daha sonra Sozimus’un ismine atfen, “Sozopolis” adı verilmiştir. Aynı dönemlerde “Mordiaum” adıyla da anılan “Uluborlu” Türk hakimiyetine girdikten sonra “Burgulu, Borlu, Birgili” gibi isimler de almıştır.
Uluborlu, ilk olarak 1074 yılında, daha sonra 1182 yılında bütünüyle Selçuklu egemenliğine girmiştir. 1301 yılında Hamitoğulları Beyliği’nin başkentliğini yapmıştır. Uluborlu, 1361 yılında Osmanlı topraklarına katılmış, Anadolu Eyaleti’nin bir kazası olarak yapılanmıştır.
Apollonia, batıda Şalgamlık Tepesi, güneyde Kapı Dağı ve Yuvaça Yaylası, kuzeyde Kılıçlayan Dağları ve doğuda Senirkent Ovası ile çevrelenmektedir. Günümüzde hala etrafını çeviren surların görülebildiği kalenin bulunduğu akropolis, o dönemdeki adı Hippohoras olan Popa Çayının aktığı kuzey batıdaki verimli ovaya hâkim bir kayalık üzerinde yer almaktadır. Apollonia yüzyıllar boyunca askeri ve ticari yolların kavşak noktasında yer almıştır. Apollonia kentinin önemi özellikle Roma İmparatorluk Dönemi’nde artmıştır.
İmparator Augustus’un eseri olan Res geastae Divi Augusti’nin Eski Yunanca metninin parçalarının bu kentte ele geçmiş olması, Apollonia’nın Roma İmparatorluğu için ne kadar önemli bir kent olduğunu göstermektedir. MS 2.ve 3 yüzyıllar arasında yaşamış olan Athenaios Naukratios kentte üretilen ayvanın enfes lezzeti ile ünlü olduğundan bahsetmiştir.
Öyle ki buradaki ayva cinsi kentin eski adına atfen “Mordiana” olarak adlandırılmıştır. Şehrin adı MS 381 yılında kilise listelerinden ve antik kentte ele geçen yazıtlardan anlaşıldığı üzere Sozopolis olarak değiştirilmiştir. Sozopolis Bizans İmparatorluğu devrinde önemli bir ziyaret merkezi haline gelir. Kentte bu dönemde Bakire Meryem’in yağ sızdıran bir heykeli bulunmaktaydı. Sykea’lı Theodoros, buradaki Meryem Ana Kilisesi’ni ziyaret etmiştir.
Antik kent modern yerleşimin bulunduğu alanda yer aldığı için Antik Dönem’e ait yapı kalıntılarına ait izlere rastlanmamaktadır. Buna rağmen yazıtlardan anlaşıldığı üzere kentte bir tiyatro bulunmaktadır. Aynı zamanda, yerleşimin bulunduğu alanda bir de kale vardır. Kale Hellenistik Dönem’de inşa edilmiş olmalıdır.
Sonraki bir dönemde ise Hellenistik ve Roma İmparatorluk Dönemleri’ne ait yapı taşları devşirme malzeme olarak kullanılarak onarılmıştır.
Toplam üç burcu bulunan kale kuzey-güney yönündedir. Kale duvarında devşirme malzeme olarak kullanılan antik dönem yapılarına ait taşlar Apollonia antik kentinden getirilmiş olmalıdır. Buradaki yerleşim yeri olan Eski Kasaba Mevkii’ne hakim bir yerdedir. Eski Kasaba’ya doğru bir hat gibi yapılan kalenin diğer kısımları sarp ve uçurumdur. Kalenin ilk inşa tarihi tam olarak bilinmese de günümüze kalan duvarlar çoğunlukla Bizans Dönemi’ne aittir. Selçuklu ve Osmanlı Dönemleri’nde onarım gören kale Türk-İslam Dönemi’nde de kullanılmıştır.
Üst üste iki kemer gözünden oluşmaktadır. Yuvarlak kemerli gözler arasında ahşap gergiler kullanılmıştır. Alttaki kemer gözünün ayağı dere yatağına kadar uzanmaktadır.
Üstteki kemer gözünde yan yana iki ahşap gergi kullanılırken alt gözde iki ahşap gerginin altında fazladan iki gergi daha kullanılmıştır. Köprü aynı zamanda su kemeri olarak kullanılmıştır. İkinci kemer gözünün üzerinde daha önceleri bir kitabe olduğu, iki satırlık kitabenin birinci satırında; “Hafazallahüteala” (Anlamı; Allahü Teala korusun) İkinci satırında Köprünün bitimi “11. 1289” yazdığı bilinmektedir.
Kitabede geçen Hicri 1289 tarihi yaklaşık Miladi 1872 tarihine karşılık gelmektedir. Geç Osmanlı Dönemi’nde yapıldığı anlaşılan köprünün banisi, ustası bilinmemektedir.
Isparta’ya 118 km uzaklıkta olan Şarkikaraağaç’ın yüzölçümü 1232 km² olup, verimli bir ova üzerinde kurulmuştur. Beyşehir Gölü’nün bir bölümü ilçe sınırları içerisindedir.
Şarkikaraağaç’ta Beyşehir Gölü etrafında kuş gözlemciliği, Kızıldağ Milli Parkında doğa yürüyüşü, kamp-karavan ve foto safari yapılabilmektedir.
Yörede Türk gelenek, örf ve adetlerin en canlı şekilde halen yaşatıldığını görebilirsiniz. Türkiye’nin her yerine tahin helvası, köpük helvası ve susamlı helvanın Şarkikaraağaçlı ustalar tarafından yayıldığı bilinir. Şarkikaraağaç Helva ve Kültür Şenlikleri, her yıl genellikle Temmuz ayında yapılmaktadır.
Şarkikaraağaç’ta halen yaylaya çıkan Yörükler, yaz aylarında ortalama üç ay, keçi kılından yapılan çadırlarda veya varsa yayla evlerinde kalmaktadırlar. Ayrıca Gedikli Köyü Sindel Yaylasında, her yıl Mayıs ayında Honamlı Yörükleri Geleneksel Sindel Yaylası Şenliği yapılmaktadır.
MÖ l88-133 yılları arasında Bergama Krallığı’nın elinde bulunan bölge, MÖ l30 yılında Romalılar tarafından ele geçirilmiştir. Bu dönemde Karalis Gölü’nün (Beyşehir) kuzeyinde Salur Köyü yakınında Anaboura Antik Kenti kurulmuştur.
Roma İmparatorluk döneminde, Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde Antiokheia’dan Likaonya ve Pamphilya’ya giden Roma yolu üzerinde bugünkü Şarkikaraağaç ilçesi civarında Neapolis Kenti’nin kurulduğu bilinmektedir.
1182 yılında, Karaağaç ve havalisi Selçuklu egemenliğine girmiştir. Bölgeye Türk Boylarından Saçıkara aşiretinin yoğun olarak yerleştiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, Moğol istilasından kaçan bir kısım Harezm Türklerinin de bölgeye yerleştiği bilinmektedir. Daha sonra Hamitoğulları Beyliği hakimiyetine giren Şarkikaraağaç, 1380 yılında Isparta ve havalisi ile birlikte Osmanlı egemenliğine girmiştir.
Kare planlı caminin son cemaat yeri bulunmamaktadır. Doğu yönde tek kanatlı bir kapıdan camiye giriş yapılır. Kuzeybatı köşesinde bulunan minare silindirik formdadır.
Ortadaki büyük kubbenin dışında güney ve kuzey yönlerinde üçer küçük kubbesi daha vardır. Kubbe etekleri stilize bitkisel baskı ile süslemelidir. Büyük kubbenin pandantiflerinde dört büyük halifenin isimleri vardır. İçeride pencereler stilize bitkisel baskı tipinde, süsleme bordürüyle çerçeve içerisine alınmıştır.
Güney duvardaki yarım küre kavsaralı ve kavsarası istiridye motifli ahşap mihrap, iç içe daralan bitkisel motifli üç dikdörtgen ile çerçeve içerisine alınmıştır. Batı yöndeki minber ve doğu duvarındaki vaaz kürsüsü de mihrap ile aynı tarzda süslemelere sahiptir. Mihrabın korkuluğu oyma şebekelidir.
Minber, mihrap ve vaaz kürsüsünde kıvrım dallar, içinden çiçekler çıkan vazolar gibi süsleme unsurları bulunmaktadır. Cami Isparta’da bilinen en eski dini yapıdır. Selçuklu Dönemi’ne uzanan tarihçesiyle bölgede oldukça önemli bir eser durumundadır. Kayıtlarda caminin Ömer bin Ali tarafından Hicri 680 / Miladi 1281 yılında Selçuklu Sultanı Feramuz oğlu Alaaddin Keykubat Dönemi’nde yaptırıldığı belirtilmiştir. Cami 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında, 1786 ve 1925 tarihlerinde onarım görmüştür.
Kuzeydoğu köşesinde bulunan Silindirik formdaki minarenin tek şerefesi vardır ve kare planlı kaideye oturmaktadır. Harim iki yöndeki üç sıralı sütun dizisiyle üç sahna ayrılmıştır. Harime girişte kuzey duvarına ve kısmen de yan duvarlara bitişik üst katı kadınlar mahfeli ile çevrilmiştir.
Mahfelin harime doğru yuvarlak formlu cihannüma benzeri bir çıkması vardır. Girişin karşısında yarım küre kavsaralı mihrabı iç içe daralan üç dikdörtgen çerçeve içerisine alınmıştır.
Tavanda çıtalarla geometrik desenler oluşturulmuştur. Arapça yazılı paftalar içerisinde on satırlık kitabesi mevcuttur. Caminin El-Hac Manizade tarafından Hicri 1298 / Miladi 1880 yılında yaptırıldığı belirtilmiştir. Geç Dönem Osmanlı dini mimarisini yansıtması açısından önemli bir eserdir.
Isparta’ya 101 km uzaklıkta olan Sütçüler İlçesi’nin yüzölçümü 1287 km²dir. Rakımı 250 metre ile 2500 metre arasında değişmektedir.
Sütçüler’in zengin coğrafyasında endemik bitki gözlemciliği, foto safari, trekking, oryantiring, dağcılık, jeep safari, su sporları, yayla, kamp-karavan ve av turizmi yapılabilmektedir.
Sütçüler’in muhteşem coğrafyasında birbirinden güzel ve harikulade tarih, kültür ve doğanın izlerini görmek mümkündür. İlçenin Tota, Söğüt, Zengi ve Sanlı Yaylaları görülmeye değer yaylalarıdır. Sütçüler’de her yıl Temmuz ayında Dut ve Pekmez Festivali düzenlenmektedir. Sütçüler’e geldiğinizde dut pekmezini, kekik reçelini almadan, ayrıca Yazılı Kanyon’u gezip, kanyonun serin sularını içtikten sonra Çandır’daki alabalık üretim tesislerinde en güzel ve taptaze alabalıklardan yemeden gitmeyin.
Bölge MÖ 130’da Romalılar tarafından ele geçirilerek, MÖ 102-49 yılları arasında Kilikia Eyaleti içine alınmış, daha sonra Asia Eyaletine bağlanmıştır. Roma İmparatorluğu’nun MS 395 yılında parçalanmasıyla Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştır.
Sütçüler ve çevresi 1204 yılında çevredeki şehirlerle birlikte Anadolu Selçuklu Devleti’nin eline geçmiştir. Bölge, Anadolu Selçuklu Devleti’nden sonra önce Hamitoğulları Beyliği’ne, daha sonra 1390 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Antik Kente ait en erken kanıtlar Termessos kentinde ele geçen bir yazıttan ve Antik Dönem yazarlarının aktarımlarından öğrenilmektedir. Kentin ismi ilk olarak Termessos kenti ile yapılmış olan ve MÖ 2. yüzyıla tarihlendirilen bir antlaşma yazıtında geçer. Antik metinlerde ise kentin adı ilk olarak MÖ 1. yüzyılda karşımıza çıkmaktadır. Strabon, Adada kentinin isminin diğer Pisidia kentleri içinde Artemidoros tarafından anıldığından söz etmektedir. Daha sonraki dönemlerde Claudios Ptolemaios ve Hierokles de kentin adından bahsederler. Adadalı paralı askerlerin Hellenistik kralların ordularında hizmet vermiş oldukları bilinmektedir.
Kıbrıs ve Fenike’de bulunan Adadalı askerlere ait mezar taşları kentin Hellenistik Dönem’de var olduğunun önemli kanıtları arasında gösterilmektedir. Kent en parlak zamanlarını Roma İmparatorluk Dönemi’nde yaşar. Özellikle İmparatorlar Traianus, Hadrianus ve Antoninus Pius dönemleri Adada’nın en parlak dönemleridir. Kentin akropolisi çok dikkatli bir biçimde konumlandırılmıştır.
Savunmaya yönelik konumu ile önemli bir alanda yer alan akropolisin çevresi kısmen ayakta kalmış olan sur duvarları ve kuleler ile çevrilidir. Traianus Tapınağı Pisidia Bölgesi’ndeki diğer tapınak örnekleri içerisinde en iyi tanınmış olanları arasındadır. Tapınak, İmparataor Traianus’a adanmıştır ve İmparator’un MS 110-114 yıllarında kenti ziyareti öncesinde inşa edilmiş olduğu önerilmektedir. Adada’daki tapınaklardan biri diğeri ise İmparatorlar Tapınağı olarak anılmaktadır. Bu tapınak Traianus Tapınağı gibi MS 114 yılından önce yapılmış olmalıdır. Kentte Tanrıça Aphrodite’ye adanmış tholos planlı bir tapınak da inşa edilmiştir.
Bugün tamamen yıkılmış olan yapı MS. 200-210 yılları arasına tarihlendirilmektedir. Kentte Zeus Megistos ve Serapis kültlerinin varlığına işaret eden “İmparatorlar ve Zeus Megistos-Serapis” tapınağı da vardır. Yapı MS 2. yüzyılın sonu – 3. yüzyılın başına tarihlenmektedir.
Agora ise Hellenistik ve Erken Roma İmparatorluk Dönemleri boyunca kentin ticari, idari ve dini merkezi olarak işlev görmüştür. Agoranın kuzeyinden çok katlı, iki nefli bir stoa ile güney yönden ise tek nefli bir stoa bulunmaktadır. Kentin önemli yapılarından bir diğeri 20 oturma basamağına sahip açık hava toplantı yeridir ve akropolisin batısındadır. Kentin ana caddesi agoranın batısında kalır.
Agoranın güneydoğu kısmında ise anıtsal bir çeşme bulunur. Tiyatro ise Adada’nın üzerinde yer aldığı düzlüğün kuzeybatısında tepe yamacına inşa edilmiştir. Nekropolis içerisinde küçük bir tapınak görünümüne sahip podyumlu bir mezar anıtı vardır. Adada Antik Kentinin farklı alanlarında kilise yapıları da vardır. Bunlardan en büyük olanı kentin konumlandırıldığı vadinin batı kısmındadır. Üç nefli olan bu yapının batısında bir narteks ve atrium bulunur.
Sütçüler ilçesi sınırlarında kalan Yazılı Kanyon tabiat güzellikleriyle dikkat çeken önemli bir geçit alanıdır. Hıristiyanlık tarihinin Hz. İsa’dan sonra en önemli figürü olan Aziz Paulus, Hıristiyanlığı yaymak için çıktığı yolculuklarında, Perge’den Antiokheia Pisidia’ya gider iken bu güzergâhtan geçmiştir.
MS. 55-135 yıllarında yaşamış ünlü stoa felsefecisi ve bir köle olan Epiktetos’un Hür insan şiiri Yazılı Kanyon’da bulunmaktadır. Epiktetos daha sonra efendisi tarafından azat edilmiş ve İmparator Domitianus Dönemi’nde sürgün edilmiştir.
Kale yaklaşık dikdörtgen planlıdır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır. Civardaki kaleleri görebilecek veya haberleşebilecek yükseklikte yer almaktadır. Tepenin bir tarafı kaleye ulaşılması mümkün olmayan uçurumdur. Kuzey yönde bir kapısı vardır. Kalenin içerisinde çok sayıda mekân yer alır.
Mekânların birbirleriyle bağlantılı oldukları buradaki düzeltilmiş kayalardan ve merdivenlerden anlaşılmaktadır. Kuzeydoğu köşede ise apsisli bir şapel bulunur. Bu bölgede bulunan diğer kalelerle çağdaş olarak Bizans Dönemi’ne tarihlenebileceği tahmin edilmektedir.
Isparta’ya 75 km uzaklıkta olan Senirkent, Eğirdir Gölü’nün Hoyran Gölü adı verilen kuzey kısmının batısında bir vadide yer alır. İlçe iklim özellikleri bakımından yazları sıcak ve kurak, kışları ise sert ve yağışlıdır. İlçenin yüzölçümü 600 km², denizden yüksekliği 1010 m.dir.
Senirkent’in faunası zengin bir yaban hayatı potansiyeline sahip olup av turizmi için uygundur. Ayrıca ilçenin Gelincik Dağı bölümünde rock climbing, alpinisim ve absailing gibi dağcılık çeşitlerini yapmak mümkündür.
Senirkent bağlarında yetişen üzümler çok lezzetli olduğu kadar, geleneksel usulle yapılan üzüm pekmezi ve üzüm kurusu da çok meşhurdur. Siz de sofranızı Senirkent üzümü ile zenginleştirebilirsiniz. Senirkent’te her yıl Eylül ayında Senirkent Kültür, Sanat ve Üzüm Festivali yapılmaktadır. Ayrıca Senirkent’in banak, goruk sulu bamya yemekleri ile samsa tatlısını ve tahinli pidesini yemeden ve Santral Mesireliği’ni gezmeden dönmeyin.
İlçe sınırları içinde tespit edilebilmiş en eski yerleşimler Tunç Çağ (MÖ 3000-1200) dönemine ait malzemelerin bulunduğu Yassıören Höyük (Yassıören), Güreme Höyük (Ortayazı), Garip Höyük, Tohumkesen Höyük (Büyükkabaca), Aralık Höyük (Büyükkabaca), Gençali Höyük’de (Gençali) ele geçmiştir.
Pisidia bölgesinin kuzey batısında Frigya sınırına yakın olan Tymandos Antik Kenti bugünkü Yassıören Kasabası yakınlarındadır. Kentin kuruluş tarihi hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Kentin adı Ptolomaios’da Talbonda, Ortaçağ kilise kayıtlarında Tymandos veya Tymandros olarak geçmektedir. Bu kentten herhangi bir kalıntı olmamakla birlikte Yassıören’de dağınık durumda bulunan Roma Dönemi mimari parçalar, kapı biçimli ve alınlıklı mezar stelleri ile Geç Arkaik Çağ’a (MÖ 540/530-480) ait iki adet palmetli, bir adet sphenksli mezar steli, Pisidia bölgesinin il sınırları içinde kalan kısmında çıkan Greko-Pers üslubundaki ilk örnekler olup çok önemlidir.
1176 yılında yapılan Miryakefalon Savaşı’nın ardından, Uluborlu ve Senirkent civarı, 1182 yıllarında Selçuklu egemenliğine girmiştir. 1301 yılında kurulan Hamitoğulları Beyliği hakimiyetine giren Uluborlu ve Senirkent civarı bu beyliğin egemenliğinde kalmıştır. Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Osmanlı Devleti sınırları içine giren Senirkent, 1370 yılında Oğuzların Kayı boyundan gelen bir kısım Türkler tarafından kurulmuştur.
Şeyh Ahmet Sultan, Elperek ve Turgut Babaların emrinde gelen Türkler bu topraklar üzerine yerleşmişler ve buraya “Eğimli arazi üzerine kurulmuş şehir” veya “Sınır boyundaki şehir” anlamına gelen “Senirkent” ismini vermişlerdir.
Cami yaklaşık kare planlıdır. Bir avlu içerisinde konumlanmış olan caminin üzeri sekizgen yüksek bir kasnağa oturur ve tek kubbelidir. Kasnağın her kenarında yuvarlak kemerli birer aydınlık penceresi bulunmaktadır. Caminin kuzey, batı ve doğu olmak üzere üç yönden giriş kapısı bulunmaktadır. Kuzeybatı köşede kare kaideli, silindirik gövdeli tek şerefeli bir minaresi vardır. Camiye kuzey yönden çıkan merdivenin iki yanında dükkânlar yer almaktadır. Buradaki dükkânlar caminin orijinal tasarımına aittir. Caminin içerisinde kuzey duvarında üstte kadınlar mahfeli vardır. Mahfelin caminin içine açılan fazladan bir çıkması olup çıkmanın altı ışınsal motifli çıtakarı işçilikle süslenmiştir. Kubbede, kubbe eteğinde, pencere aralarında ve pandantiflerde pek çok kalemişi süsleme bulunmaktadır. Bunların içerisinde; kubbe eteğindeki ikili saç örgüsü motifi, pencere üstlerindeki Barok tarzda yapılmış kıvrımdalar yer alır. Duvarlarda ise plasterlerin başlıkları hizasında içeriyi çepeçevre dolaşan kalıp baskı asma ya da çınar yaprağı motifi yine duvarlardaki kare ya da dikdörtgen formlu paftalar dikkati çekmektedir. Güney duvarında bulunan mihrap dikdörtgen formlu olup yanlarda Korint tipi başlıklara sahip sütunçeler görülebilmektedir.
Mihrabın yarım küre mihrap kavsarasında mavi fon üzerinde lacivert yıldızlar vardır. Mihrap nişinde yanlarda perde ve ortada kandil motifi bulunmaktadır. Mihrabın alınlığında Barok kıvrımdalları altın yaldızla boyanmıştır. Cami bölgede bulunan yapıların içerisinde en fazla süslemeye sahip olanı sayılabilir. Geç Osmanlı Dönemi’nde yapılmış olduğu düşünülen bu cami mimari açıdan ve süsleme açısından önemli bilgiler vermektedir.
Cami yaklaşık dikdörtgen planlıdır. Kare planlı kaidesi bulunan silindirik minaresi tek şerefelidir ve caminin batı duvarına bitişik olarak yapılmıştır. Minare gövdesinde üst üste sıralı olarak dikdörtgen formlu dört küçük aydınlatma deliği bulunmaktadır. Çift ahşap kanatlı bir kapıdan harime girilmektedir. Tavanı düz ahşaptandır. Kuzey ve batı yönde üst katta ahşap kadınlar mahfeli yine ahşap sütunlar tarafından taşınmaktadır. Güney duvarında yaklaşık dikdörtgen formlu mukarnas kavsaralı mihrap bulunmaktadır. Mukarnas süsleme alçı ile yapılmıştır.
Mihrap yukarıda iki sıra kabartma silme içerisinde alınmıştır. Silme içerisinde Barok tarzında yapılmış stilize bitki demeti ve kıvrımdal motifleri bulunur. Bu süsleme ve silmeler altın yaldızla boyanmıştır. Caminin girişinde mermer tabela üzerinde “1854” tarihi okunmaktadır. Geç Osmanlı Dönemi’nde yapılmış olan bu cami dönemin mimari özellikleri açısından dikkat çekici örnekler arasındadır.
Cami ve türbeden oluşan külliyenin dış duvarlarında üzeri kabartmalı bir mezar steli de dahil olmak üzere Antik Dönem yapı taşları devşirme malzeme olarak kullanılmıştır. Cami ve türbe bitişik olarak yapılmıştır. Cami yanlarda kanatlı olup zaviye biçimindedir. Ancak, ana mekan dikdörtgen planlıdır. Caminin son cemaat mahallinin tavanı, devşirme mermer antik sütun gövdelerine oturan iki ahşap sütunla taşınmaktadır. Kuzeydoğusunda, kare kaide üzerine oturan, silindirik gövdeli tek şerefeli bir minaresi bulunur.
Caminin içerisine renkli taş işçiliği bulunan basık kemerli bir kapıdan giriş yapılmaktadır. Türbenin üzeri ise alçak sekizgen kasnağa oturan bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbenin kuzey ve güneyinde birer küçük kubbe daha bulunmaktadır. Türbenin kuzey dış duvarında bir mihrabiye ile içerisinde Veli Baba Sultan ve yakınlarına ait sandukalar vardır. Veli Baba Sultan Vakfiyesi’ne dayanarak cami ve türbenin Hicri 623 / Miladi 1630 yılında Halife Nasuriddin tarafından Mustafa Paşa’ya yaptırıldığı belirtilmektedir. Yapının planı, yapım malzemesi ve tekniği bu tarihleri doğrular niteliktedir. Minarenin ise üzerinde yazılı kitabesinden Hicri 1278 / Miladi 1862 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Veli Baba Külliyesi bölgenin tarihi, sosyal ve kültürel yapısı hakkında bilgi veren önemli bir eserdir.
Isparta’ya 41 km uzaklıkta olan Keçiborlu, E24 Devlet Karayolu üzerinde, bölgenin yol ağının kavşak noktasında yer alır. Ortalama rakımı 1010 m ve yüzölçümü 562 km²dir. Burdur Gölü’nün 22 km.lik kuzey kıyı şeridi Keçiborlu sınırları içerisinde yer almaktadır. Süleyman Demirel Havalimanı ilçe sınırlarındadır.
Keçiborlu’da Burdur Gölü kenarında kuş gözlemciliği yapabilirsiniz.
Keçiborlu adının nereden geldiğine dair bazı rivayetler bulunmaktadır. Keçiborlu’ya gelip yerleşenlerin Niğde’nin Bor İlçesi’nden geldikleri, bunların bir kısmının Uluborlu’ya yerleştikleri, Keçiborlu’ya yerleşenlerin ise buraya küçük borlu anlamına gelen “Kiçiborlu” adını verdikleri ifade edilmektedir. Ayrıca bölgenin kırık, küçük tepeciklerden meydana gelen arazi yapısına atfen küçük taşlık yer manasına gelen “Kiçiborlu” (Bor: Taş, çakıl; Kiçi: Küçük) adının verildiği de ifade edilmektedir. Daha sonraları bu isim Keçiborlu olarak değiştirilmiştir.
İlçe sınırları içinde tespit edilebilmiş en eski buluntular Tunç Çağ’a (MÖ 3000-1200) ait yerleşimin bulunduğu Keçiborlu Höyük (Dörtyol) ve Kılıç Höyük’de (Kılıç) bulunmuştur.
Pisidia bölgesinin kuzey batısında Frigya sınırına yakın olan Anaua (Acı Göl) ve Askania Gölü (Burdur Gölü) arasındaki arazide kalan Baris (Fari) Antik Kenti bugünkü Kılıç Kasabası yakınlarındadır. Kentin kuruluş tarihi hakkında herhangi bir bilgi yoktur.
1182 yıllarında Keçiborlu ve havalisi Selçuklu egemenliğine girmiştir. Isparta ve civarının 1204 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı III. Kılıçarslan tarafından fethedilerek, Türk hakimiyetine katılmasıyla bölgenin Selçuklu egemenliğine girişi tamamlanmıştır. 1301 yılında Hamitoğulları Beyliği hakimiyetine giren bölge, 1380 yılında Osmanlı egemenliğine girmiştir.
Aydoğmuş Kasabası’nın adının ramazan bayramının başlangıcını gösteren hilalin ilk defa burada gözetlenmesinden dolayı verildiği rivayet edilmektedir.
Sarnıç doğu-batı yönünde uzanır ve dikdörtgen planlıdır. Girişi doğu yönden dikdörtgen formlu yuvarlak kemerli bir kapıyla sağlanmıştır. Batı yönünde kare formlu bir havalandırma penceresi vardır. Sarnıç içerisinde bir merdiven bulunmaktadır. Sarnıcın içerisi iki atkı kemeri üzerine binen beşik tonoz örtüyle örtülüdür. Suyun toplandığı kısımlar su geçirmeyen kalın horasan harcıyla sıvanmıştır. Kuzey ve güney yönlerde sarnıca su akıtan birer kanal görülebilmektedir. Sağlam durumda olan sarnıcın içerisinde halen su bulunmaktadır. Geç Osmanlı Dönemi’nde yapılmış olduğu düşünülen yapı, döneme ait sarnıç mimarisini göstermesi açısından önemli bir eserdir.
Doğu-batı yönünde uzanan yapı dikdörtgen planlıdır. Düz çatının ortasında sekizgen formlu yüksek bir kasnak, bunun üzerinde sivri bir kubbe görülmektedir. Kubbenin tepesinde karşılıklı simetrik dört hava deliği bırakılmıştır. Sarnıca giriş güneybatı köşesinden yuvarlak kemerli bir kapıyla sağlanmıştır. Sarnıç içeride haç biçiminde tonozlu bir örtüye sahiptir. Haçın kollarını meydana getiren tonozlar eğik tonoz biçiminde daralarak sonlanmaktadır. Tonozların ortasındaki kubbe ise dört kemer üzerinde yükselmektedir. Üç kanal sarnıca su temin etmektedir. Bunlardan ikisi sağlamdır. Sarnıç muhtemelen Geç Osmanlı Dönemi’nde inşa edilmiştir.
1910 yılında İngilizler tarafından İzmir-Aydın güzergâhı kapsamında yapılmıştır. Yolcu bekleme salonu ve bilet gişelerinin bulunduğu tek katlı hizmet binasının önü ahşap sundurmalıdır. İngilizlerin yaptığı batı mimarisi tarzındaki Devlet Demir Yolları istasyon yapıları tip proje olarak tüm ülke çapında inşa edilmişlerdir. Yapı son dönem Osmanlı mimarisini yansıtması açısından önem taşımaktadır.
Isparta’ya 25 km uzaklıkta olan ilçenin yüzölçümü 372 km², rakımı 1050 metredir. İlçe 1850 metre yükseklikteki Tınaz Tepe’nin hafif meyilli yamaçlarında bir yerleşim merkezidir. Gül toplama dönemlerinde Güneykent’e gelip, burada gül toplama faaliyetlerine katılıp kendi gül yağınızı üretebilirsiniz.
İlçe sınırları içindeki Gönen Höyük ve Senirce Höyük üzerinde Tunç Çağ (MÖ 3000-1200) yerleşimleri bulunmaktadır. Roma Döneminde, bugünkü Gönen İlçesi civarında kurulan Conana Kenti hakkında fazla bilgi yoktur.
1182 yılından önce Gönen, Keçiborlu ve havalisi Selçuklu egemenliğine girmiş, Isparta ve civarının 1204 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı III. Kılıçarslan tarafından fethedilerek Türk hakimiyetine katılmasıyla bölgenin Selçuklu egemenliğine girişi tamamlanmıştır. 1301 yılında Hamitoğulları Beyliği hakimiyetine giren Gönen civarı, 1380 yılında Osmanlı egemenliğine girmiştir.
Modern Gönen İlçe Merkezi’nde bulunan Şehit Polis Mehmet Telli Parkı içerisinde, Konane kentinden getirilmiş Geç Roma İmparatorluk ve Bizans Dönemleri’ne ait mimari parçalar, mezar stelleri, yazıtlar ziyaretçilerini beklemektedir.
Halk arasında “Selçuklu Hamamı” olarak da anılmaktadır. Ortası kubbeli, enine sıcaklıklı ve çifte halvetli tip hamamlar grubuna girmektedir. Soyunmalık bölümünün kuzey dış cephe duvarında bir Roma İmparatorluk Dönemi mezar steli parçası süsleme öğesi devşirme malzeme olarak kullanılmıştır. Bölümlerinin üzeri kubbeli olup, fil gözü denilen deliklerle aydınlatma sağlanmıştır. Hamamın 14. yüzyılda Beylikler Dönemi’nde yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Beylikler Dönemi özellikleri göstermesi açısından önem taşımaktadır.
1911 yılında İngilizler tarafından İzmir-Isparta güzergahı üzerinde yapılmıştır. Gümüşgün Köyü’ndeki bu tren istasyonu hem Burdur hem de Kuleönü yönüne giden trenlerin ayrılma noktasını oluşturmaktadır. İngilizler tarafından inşa edilen yapı batı mimarisi tarzında tasarlanmış ve proje olarak tüm ülke çapında inşa edilmişlerdir. İstasyon binası son dönem Osmanlı mimarisini yansıtması açısından önem taşımaktadır.
Isparta’ya 81 km uzaklıkta olan ilçenin yüzölçümü 624 km², deniz seviyesinden yüksekliği ise ortalama 940 metredir. İklimi, Akdeniz iklimi ile karasal iklim arasında geçiş özelliği gösterir.
Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlı geçer. Göl kıyısında ise, gölün yumuşatıcı etkisinden dolayı iklim biraz ılımanlaşır. Türkiye’nin en güzel elmaları, Eğirdir Gölü çevresinde bulunan Gelendost’un bahçelerinde yetişir.
Gelendost’un camileri, hanı ve tarihi eserleriyle geçmişte gizemli bir yolculuğa çıkabilirsiniz.
Gelendost’ta her yıl Eylül ayında genellikle 17 Eylül’de Miryakefalon ve Elma Festivali yapılmaktadır. Afşar Köyü’nde geleneksel halk mutfağının ve yemeklerinin en güzel örneklerini görebilirsiniz. Özellikle Afşar’ın kaymaklı baklavasının tadı bir başkadır.
Eğirdir Gölü’nün doğusunda bulunan Senirkent İlçe sınırları içinde tespit edilebilmiş en eski yerleşimler Tunç Çağ (MÖ 3000-1200) dönemine ait malzemelerin bulunduğu Kötürnek Höyük (Madenli), Yaka Höyük (Yakaköy) ve İskele Höyük’te (İskele Mevkii) ele geçmiştir.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkler, Gelendost ve havalisi ile bölgenin birçok kısmını ele geçirmişlerdir. Ancak bu yörelerdeki Selçuklu egemenliği, gerek Bizans’ın güçlü savunması, gerek Haçlı Seferleri sebebiyle uzun süreli olmamıştır. Ele geçirilen yerler Bizanslılarla Selçuklular arasında el değiştirmiştir. II. Kılıç Arslan zamanında (1156-1192) yoğunlaşan savaşlar 1176 yılında yapılan Miryakefalon Zaferiyle dönüm noktasına ulaşmıştır. 1182 yıllarında Gelendost ve havalisi Selçuklu egemenliğine geçmiş ve adı “Gelende” veya “Gelindi” olarak değiştirilmiştir. Bölgeye çok sayıda Türkmen aşireti yerleştirilmiştir. Arap seyyahı İbn-i Bibi’nin Muhtasar Selçuknamesi’nde “Gelende” Anadolu Selçuklu Sultanının yazlık taht ve eğlence şehri olarak belirtilmektedir.
Fatih Sultan Mehmet zamanında “Gelende” ismi “Gelendost”a dönüşmüştür. Daha sonraki dönemlerde Afşar Köyü gelişerek nahiye olmuş, Gelendost Afşar’a bağlanmıştır. Gelendost Afşar nahiyesine bağlı bir köy durumunda iken, 1930 yılında nahiye, 1954 yılında ise kaza merkezi olmuştur. Günümüzde Gelendost’un Afşar Köyü, yemekleriyle meşhur bir yerdir.
İki sivri kemer üzerine oturan köprünün sırtı da kemer bölümlerindeki gibi sivridir. Yapının inşasında süslemesiz devşirme yapı taşlarının kullanıldığı görülmektedir. Ertokuş Kervansarayı istikametinden gelerek Afşar Köyü yönüne giden kervan yolunun geçtiği güzergâhta yer alan köprü, önemli bir konumda bulunmaktadır. Hemen güneyinde yer alan Ertokuş Kervansarayı Selçuklular Dönemi’nde yapılmıştır. Bu nedenle bu kervan yolu üzerinde bulunan Afşar Köprüsü’nün de aynı döneme tarihlendirilmesi mümkündür. Dolayısıyla çift gözlü Afşar Köprüsü; Selçuklu Dönemini yansıtan mimari özellikleri ve tarihçesiyle nadir bulunan bir köprü olarak önem arz etmektedir.
Silindirik gövdeli minaresi kuzeybatı yöndedir ve kare platform üzerinde yükselir. Minaresinin tek şerefesi vardır ve bunun alt kısmı mukarnas süslemelidir. Cami içerisinde ortadaki merkezi küçük kubbeyi baldaken biçimindeki dört sütun taşımaktadır. Kalemişi süslemeler bayrak üzerine yazılmış kelime-i tevhid, kayık biçiminde yapılmış amentü ve şerh, satrançlı kufi biçiminde yazılmış yazılar ve kubbe eteğindeki Yasin Suresi cami içerisindeki süslemelerden bazılarıdır. Caminin Hicri 1294/Miladi 1878 tarihli bir kitabesi bulunmaktadır. Yapı Son Dönem Osmanlı mimarisi hakkında fikir veren oldukça güzel bir örnektir.
Yapı güney-kuzey doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı, açık ve kapalı bölüm olmak üzere iki kısımdan oluşan, klasik karma tip kervansaraylardandır. Kapalı bölüme girişin sağlandığı taç kapı dışarıya taşkın ve hafif sivri kemerli olup, kemer alınlığında dört satırlık bir kitabe vardır. Kitabede kabartma olarak Arapça “Es-sultani, emere fi sebilü-r rabbül alemin, Mübarizeddin Ertokuş, sene işrin sitte mie” yazılıdır. Kitabede mealen “Sultan adına, alemlerin rabbinin yoluna Mübarizeddin Ertokuş tarafından Hicri 620 / Miladi 1223 yılında emredildi” denilmektedir. Kitabesinde Selçuklu Atabek’i olan Mübarizeddin Ertokuş tarafından Miladi 1223 yılında yaptırıldığı yazılıdır. Bu tarih, kervansarayı Isparta’da bulunan Türk-İslam Dönemi eserleri arasında en eski tarihe ait yapı yapmaktadır. Kervansarayın geçen yüzyılın başına kadar kullanıldığını ve kervansarayın kuzeyinde taş döşeli bir kervan yolunun olduğunu söylemektedirler. Isparta’da bilinen Türk-İslam eserleri içerisindeki en eski tarihli bu kervansaray yapısı; hem kervan yolunun kendi dönemindeki güzergâhının anlaşılması açısından, hem de klasik tipte bir Selçuklu Dönemi kervansarayının görülmesi bakımından önemlidir.
Isparta’ya 34 km uzaklıkta olan ilçenin yüzölçümü 1414 km², denizden yüksekliği 918 metredir. İklimi Akdeniz ve İç Anadolu iklimleri arasında bir geçiş alanında yer almaktadır.
Göller bölgesinin başkenti ve incisi Eğirdir’in zengin coğrafyasında kuş gözlemciliği, endemik bitki gözlemciliği, foto safari, doğa yürüyüşü, oryantiring, dağcılık, jeep safari, yamaç paraşütçülüğü, su sporları, yayla, kamp-karavan ve av turizmi yapılabilmektedir.
Kalesi, balık lokantaları, dünyaca tanınmış kerevitleri ile Starking ve Golden elmalarının en lezzetlisi Eğirdir’de bulunur. Eğirdir göl kenarında bulunan elma bahçelerinde Türkiye’nin en güzel elmaları yetişir. Eylül-Ekim aylarında, göl kenarında aracınızla yolculuk yaparken, elma bahçelerinden burnunuza gelen mis gibi elma kokusunu hemen hissedersiniz. Isparta elması, büyüklüğüyle görenleri hayrete düşürdüğü gibi; sarı, kırmızı, pembe ve yeşil birbirinden güzel renkleriyle göl kenarını bir inci gibi bezerken elmaların tadı da bambaşkadır. Ayrıca, her yıl Ağustos ayında yapılan Uluslararası Eğirdir Triatlon Yarışmaları Eğirdir’de ayrı bir heyecan ve coşku yaşatmaktadır.
Eğirdir ve çevresi, 1204 yılında çevredeki şehirlerle birlikte Anadolu Selçuklu Devleti’nin eline geçmiştir. Selçuklu sultanları göl kenarındaki bu güzel beldeyi zaman zaman sayfiye yeri olarak kullanmışlardır.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Feleküddin Dündar Bey tarafından, 1301 yılında Hamitoğulları Beyliği kurulunca, Beyliğin Uluborlu’dan sonra ikinci merkezi, Eğirdir olmuştur. Eğirdir, 1390 yılında Osmanlı hakimiyeti altına alınmıştır.
Isparta’dan Eğirdir’e gelirken gözümüze ilk çarpan Eğirdir Sivrisi’dir (Akroterion). Antik Dönem’de “Mons Viarus” adıyla bilinen bu dağ aynı zamanda Zeus’un tapınım gördüğü bir kült yeridir. III. Gordianus Dönemi sikkesinde görülen Mons Viarus ve bir ağaç tasviri de muhtemelen bir ağaç kültüne, dolayısıyla dağ yakınlarında bulunan açık hava tapınım yerine işaret etmektedir. Günümüzde Eğirdir Sivrisi’nde yapılan bazı şenlikler geçmişten bu yana süregelen bir geleneğin halen devam ettiğini düşündürmektedir. Eğirdir Sivrisi‘nin güneyine kurulmuş olan Prostanna; akropolis, agora ve akropolisin kuzeydoğu-doğusundaki yerleşim alanlarından oluşur. Prostanna akropolisinin etrafı sur ve dokuz kule ile çevrilmiştir. Kentin savunmaya verdiği önemin bir diğer göstergesi Eğirdir Sivrisi’nin güney yamacına inşa edilen, ilk evresi Hellenistik Dönem’e tarihlenen ancak, Geç Antik Dönem’de yeniden güçlendirildiği anlaşılan savunma duvarıdır. Kentin agorası ile agorada bulunan kamusal ve dinsel yapılar akropolisin kuzeyindeki dikdörtgen biçimli düzlükte yer almaktadır. Sivil iskân alanları ise akropolisin kuzeydoğusundaki teraslara yayılmıştır.
Günümüzdeki kalenin büyük bölümünün Bizans Dönemi’nde yapıldığı kale duvarlarının malzeme ve tekniğine bakarak söylemek mümkündür. Kale önceden Eğirdir Gölü kenarında iken, sonradan göl kenarının doldurulması nedeniyle kıyıdan içeride kalmıştır. Hükümet meydanına bakan bazı burçları halen ayaktadır. Kale iç ve dış olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Beylikler Dönemi’nde ve Osmanlı Dönemi’nde onarım gördüğü anlaşılan kalenin bir onarım kitabesi bulunmaktadır. Kitabe kalenin 1307 yılında Feleküddin Dündar Bey tarafından onarılmasına dairdir. Kale, Timur’un Eğirdir’i zaptı sırasında hasar görmüştür.
Doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen planlı kilisenin içerisi sütunlarla üç nefe ayrılmıştır. Doğu yöndeki apsisi beşgendir ve yuvarlak bir penceresi vardır. Batı ve güney yönlerde de birer giriş kapısı vardır. İçeride duvarlarda alçı kabartma işçilikler ve sıva üzerine betimlenmiş dini sahneler yer almaktadır. Süslemeler Barok üslupludur. Yapının Hıristiyan Martyr’lerden Hagia Stephanos adına 19. yüzyıl sonlarında inşa edildiği düşünülmektedir.
Kentte iki Osmanlı Köprüsü bulunmaktadır. Her iki köprü de Barla Çayı üzerinde yapılmıştır ve tek gözlülerdir. Köprüler oldukça sade olup herhangi bir süsleme unsurları bulunmamaktadır. Osmanlı Dönemine ait olduğu düşünülen köprüler sağlam durumda günümüze kadar gelebilmiştir ve halen kullanılmaktadır.
Doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen bir plana sahiptir. Açık ve kapalı olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Selçuklu Sultanları tarafından yaptırılan dokuz kervansaraydan birisi olan yapı Anadolu’daki en büyük Selçuklu Dönemi kervansaraylarındandır. Kitabesinden, 2. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılan üç kervansaraydan biri olduğu anlaşılan yapı klasik planlıdır.
Esma Sultan Hamamı Eğirdir İlçe Merkezindedir. Doğu-batı yönünde uzanan yapı dikdörtgen planlıdır. Kadınlar ve erkekler için ayrı girişleri bulunan çifte hamam biçiminde düzenlenmiştir. Girişte yer alan soyunmalık bölümü tonozlu, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinin üzeri ise kubbelidir. Kubbelerde yedişer adet fil gözü tabir edilen delik bulunmaktadır. Sıcaklık bölümünün önceden dört halvetli iken sonradan üç halvetli olarak düzenlendiği buradaki izlerden anlaşılmaktadır. Güneydeki eyvan ılıklıktan sıcaklığa geçişin sağlandığı girizgah şeklindedir.
Binanın kuzey yönünde kadınların giriş yaptıkları kadınlar bölümü vardır. Kadınlar bölümünde girişte yine tonoz örtü vardır. Buradan kubbeyle örtülü sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Kubbede yine yedi fil gözü ile aydınlatma sağlanmaktadır. Kubbeye geçiş elemanı Türk üçgenleridir. Osmanlı Dönemi’ne ait olduğu düşünülen hamam yapısının içerisi diğer hamamlarda olduğu gibi sade tutulmuştur.
Dikdörtgen plana sahip yapı kuzey-güney yönünde uzanmaktadır. Açık avlulu medreseler grubuna girmektedir. Girişin karşısında tek eyvanı bulunmaktadır. Taç kapısı ve giriş cephesindeki taşlar Eğirdir II. Gıyaseddin Keyhüsrev Kervansarayı’ndan sökülerek buraya getirilmiştir. Ortadaki avlu sağlı sollu üçer sütunun taşıdığı sivri kemerli revaklarla çevrilidir.
Sütun başlıklarındaki kartal kabartmaları devşirme malzeme olarak kullanılmıştır. Ortada kare formlu havuzu bulunan avluya açılan öğrenci hücreleri ve kuzeyde eyvanın her iki yanında yer alan hocaların odaları beşik tonozla örtülüdür. Kuzeydeki sivri kemerli eyvan dikdörtgen formlu bir kapıyla dışarıya açılmaktadır. Burada eyvan alınlığındaki kitabede Hicri 701 / Miladi 1301 yılında Hamidoğullarından Dündar Bey tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Hamidoğulları’nın günümüze kadar sağlam kalabilmiş en iyi eseri olması açısından Dündar Bey Medresesi Eğirdir’in adeta bir sembolü haline gelmiştir.
Isparta’ya 21 km uzaklıkta olan ilçenin kuzeyini ve batısını Barla Dağı kuşatır. Dağlarında yer yer meşe korulukları bulunmaktadır. İlçe, iklimi itibariyle Akdeniz ve kara iklimi arasında bir özellik göstermektedir. Yüzölçümü 202 km² olan ilçenin il merkezine uzaklığı 23 km.dir.
Atabey’de özellikle İslamköy’deki gül bahçelerinde gül yetiştirilmekte ve fabrikalarda işlenmektedir. İslamköy’e gelmişken ekmeğinden almayı unutmayın. Lezzeti ve geç bayatlaması özelliği ile Isparta ve çevresinde çok tanınan yöresel bir ekmektir.
Isparta-Atabey karayolu üzerinde şehir merkezine 18 km uzaklıkta, Bayat Köyü sınırları içerisinde bulunan tepeden yamaç paraşütçülüğü faaliyeti yapılabilmektedir.
İlçe sınırları içinde tespit edilebilmiş en eski yerleşim yeri Erken Kalkolitik malzemenin bulunduğu Pembeli Höyük’te ele geçmiştir. Harmanören Köyü’nde bulunan Göndürle I ve Göndürle II Höyüklerinde yapılan kazılarda çıkan malzemelerin, İlk Tunç Çağ Dönemine ait olduğu bilinmektedir.
Atabey’in Bayat Köyü’nde Seleukeia Sidera Antik Kenti bulunmaktadır. Pisidya Bölgesi’nin Frigya’ya komşu olan kuzey sınırlarında yer alan Agrai Antik Kenti ise bugünkü Atabey İlçesi altında ya da yakınlarındadır. Bu kentten herhangi bir kalıntı yoktur.
Isparta ve civarının 1204’te III. Kılıç Arslan zamanında fethedilmesinin arkasından, Atabey Anadolu Selçukluları’nın uç kumandanlarından Gazi Ertokuş Bey tarafından Bizanslılardan alınmış ve bir üs haline getirilmiştir. Atabey, 1390’lı yıllarda Osmanlı hakimiyetine girmiştir.
Seleukeia Sidera Antik Kenti Atabey İlçesi’ne bağlı Bayat Köyü’ndedir. Kentin adı ilk kez Hellenistik Dönem antik yazarlarından Klaudios Ptolemaios ve Hierocles tarafından anılır. Kentin adı Seleukia Sidera şeklinde “demir” anlamına gelen “sidera” sıfatı ile birlikte kullanılır.
Kentin Hellenistik Dönem’e tarihlendirilen yapılarından biri tiyatrodur. Hisartepe’nin doğu yamacına yaslanarak, yarım daireyi biraz aşan planda inşa edilmiş tipik Yunan tiyatrosu formundadır. Kentin doğusunda anakaya şekillendirilerek oluşturulan kare planlı ve on kiriş yuvası bulunan alanın bir kaya kutsal alanı olabileceği düşünülmektedir. Kaya Kutsal alanı kentin Hellenistik Dönem’deki kuruluşu ile yeniden kullanılmış ve bu kullanım Roma İmparatorluk Dönemi’nde de devam etmiş olmalıdır. Kaya kutsal alanının güneyinde ana kayaya oyulmuş bir alan bulunmaktadır.
Bu mekânın bir üst kısmında akropolise dik çıkan yaklaşık yirmi merdiven tespit edilmiştir. Hisartepe’nin güney kenarında rektagonal duvar örgülü bir podyum yer almaktadır. Bu duvarın, podyumlu bir tapınağa ait olabileceği düşünülmektedir. Kentte Hellenistik ve Roma İmparatorluk Dönemleri’nde yürütülen imar faaliyetlerinin izleri görülebilmektedir. Hellenistik Dönem’de kentin akropolisi olarak kullanılan Hisartepe bir surla çevrilidir. Kentte üç Nekropolis alanı bulunmaktadır. Bunlardan en korunmuş olanı Akropolisin kuzeybatı yamacındaki geniş nekropolis alanıdır.
Bugün kazısı sürdürülmekte olan bu alan Kuzey Nekropolisi olarak adlandırılmaktadır ve Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait ana kayaya oyulmuş oda, sanduka ve tonozlu tipteki mezarlara sahiptir. Seleukeia Sidera’da son dönemde yapılan çalışmalar ile kentin Antik Dönem’de bölge ekonomisinde önemli bir yeri olduğuna işaret etmektedir. Kentte tespit edilen demir, seramik, kemik ve üzüm üretimine işaret eden arkeolojik kanıtlar bu açıdan önemlidir. Seleukeia Sidera Antik Kenti’nin yaklaşık 3.5 kilometre güneydoğusunda ise Taş Kemer Mevki Büyük Kemer Ovası’nda kentin ihtiyaç duyduğu suyun kente ulaştırılabilmesi için kullanılan künkler ve su kemerine ait kalıntılar bulunur.
Dikdörtgen planlı yapı doğu-batı yönünde uzanmaktadır. Dış duvarlarda pek çok yazıtlı ve üzeri kabartmalı parça bulunmaktadır. Özellikle güney yönde yer alan sağlam durumdaki bir Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait büst dikkat çekmektedir. Yapı kapalı tip medreseler grubuna girmektedir. Basık kemerli giriş kapısının hemen üstündeki alınlıkta beş satırlık kabartma kitabe mevcuttur. Kitabede “Sultan’a, bu medresenin inşası; muazzam sultan, müminlerin emir ve önderi, dinin ve dünyanın iyisi, Fetihlerin babası, Keyhüsrev oğlu Keykubat zamanında, Allahın rahmetine muhtaç zayıf kul, Abdullah oğlu Ertokuş tarafından 621 yılının mübarek Ramazan Ayında emredildi” yazılıdır. Kitabeden edresenin Miladi 1224 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Kubbesi dört sütun üzerine oturan Ertokuş Medresesi yüzyıllık dilim içerisinde mimarisiyle tek örnektir.
Kare planlı bir kaide üzerinde sekizgen gövdeli ve sekizgen külahlı bir kümbettir. Gövdesi kırmızı ve beyaz taş sıraları ile münavebeli bir şekilde yapılmıştır. Kapıların söveleri ve lentolarında kabartma geometrik motifler bulunmaktadır. Kümbet içerisinde Mübarizeddin Ertokuş’a ait bir sanduka vardır. Sanduka, bir yüzü yeşil sırlı tuğlalardan geometrik motifler meydana getirecek biçimde oluşturulmuştur. Altta mumyalık kısmında bir iskeletin olduğu, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün restorasyonu esnasında uzmanlarca ifade edilmektedir. Dönemin bir özelliği olarak medreselerin banileri, öldükleri zaman buraya ilave edilen bir kumbete gömülmekteydiler. Medrese 1224 tarihlidir. Ertokuş Vakfiyesi ise 1270 tarihlidir. Dolayısıyla vakfiye tarihi olan 1270 yılından daha önce Ertokuş ölmüş olmalıdır. Kümbetin de buna bağlı olarak muhtemelen 13. Yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olabileceği varsayılmaktadır. Kümbet günümüzde bu civarda ikamet eden kimselerce haftanın belli günleri ziyaret edilmektedir.
Yaklaşık kare planlı olan caminin kuzeybatı köşesinde sekizgen kaideli, silindirik gövdeli bir minaresi bulunmaktadır. Son cemaat yeri birimlerini üç adet kubbesi ve her iki yönde sekilerle yükseltilmiş birer mihrabiyesi bulunur. Harimin üzeri de merkezi bir kubbeyle örtülüdür. Mihrabı kıble duvarının orta aksında, yarım küre kavsaralı ve dışarıya taşkındır. Isparta’daki Mimar Sinan Camisi’ne plan ve yapım malzemesi olarak benzemektedir. Kitabesi olmayan ancak Burhaneddin Paşa Vakfı olarak 1590 yılında yapıldığı anlaşılan cami Klasik Osmanlı Dönemi’nde inşa edilen camilerdendir.
İslamköy’de yer alan müze, 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in yaşamının bir kesitinin yanı sıra, ülkemizin 50 yıllık gelişmesini de yansıtır. Külliye şeklinde yapılan ve müzenin de yer aldığı yapılar arasında cami, ana müze binası, kütüphane binası, lojman ve depo binaları bulunur. Türkiye’nin kalkınmasında çok büyük önemi olan projelerin temel atma ve açılışlarına ait fotoğraflar çeşitli salonlarda sergilenmektedir. Ayrıca, müzenin kütüphane ve arşiv bölümleri de araştırmacılara önemli bir kaynak oluşturmaktadır.
Isparta’ya 61 km olan İlçe, Anamas Dağları’nın eteklerinde kurulmuştur. İlçenin 426 km²lik yüzölçümünün büyük çoğunluğunu dağlar ve ormanlar kaplar. Sorgun ve Çayır, önemli yaylalarıdır. 156 km uzunluğundaki Köprü Çayı, ilçe merkezine 5 km uzaklıktaki Sorgun Yaylasından doğmakta olup, İlçeyi ikiye bölerek, Aksu ovasını suladıktan sonra Antalya’dan Akdeniz’e dökülmektedir.
Karaçam, meşe, titrek kavak, ardıç ağaçlarının oluşturduğu ormanlık ve koruluk alanlarda az sayıda olsa da ıhlamur, diş budak, çınar ve sedir ağaçlarına rastlamak mümkündür.
Çalı ve ormanlarla kaplı olan Aksu’nun dağlarında yaban domuzu, kurt, tilki, sincap, sansar, porsuk, gelincik, tavşan oldukça sık görülmektedir.
Antalya’dan her yıl Aksu’ya Yörükler öbek öbek gelerek çadırlarda özellikle Başpınar Mesireliği’nde konaklamaktadırlar. Aksu’nun yaylalarında gezerken, kuzu ve oğlak seslerini işitirken, kirman ile ip eğiren Yörük kadınlarını görürsünüz. Onlara misafir olduğunuzda ikram edilen yayık ayranının tadını unutamazsınız.
Aksu’nun dağlık ve ormanlık alanlarında, zengin coğrafyasında dağcılık, trekking, mağaracılık, jeep safari ve av turizmi yapılabilmektedir.
Aksu İlçesinin sınır komşusu olan Gelendost ve Şarkikaraağaç İlçeleri içinde 17 höyük üzerinde Geç Neolitik (MÖ 8000-5500), Erken Kalkolitik (MÖ 5500-4500) ve Tunç Çağ (MÖ 3000-1200) dönemlerine ait malzemelerin bulunması, Aksu İlçesi’nin de bu dönemlere ait özellikler taşıdığı kabul edilebilir.
MÖ l88-133 yılları arasında Bergama Krallığının elinde bulunan bölgede bu döneme ait, Aksu İlçesi Mirahor Mahallesi’nde Timbriada, Terziler Köyü yakınında Tynada, İlçenin kuzeybatısında Senitli Yaylası Kalıntıları bulunmaktadır.
Deliklitaş Mağarası ve Asarlık Mevkii Tymbriada antik kentinin ise 6 km kuzeydoğusunda 1.492 metre yüksekliğindeki bir tepenin üzerindedir. Deliklitaş Mağarası’nın yaklaşık 450 metre batısında, hâkim bir tepenin doğuya doğru eğimli yamacında kamusal ve dinsel yapılar bulunur. Deliklitaş Mağarası’nın kuzeydoğusundaki tepenin en yüksek yerine yapılmış ve hâlihazırda oldukça iyi durumdaki Bizans kalesinin Hellenistik Dönem’e ait bir savunma yapısının üzerine yapıldığı, kalenin güney köşesindeki yapı kalıntılarından yola çıkarak söylenebilir. Deliklitaş Mağarası çevresindeki seramik ve çatı kiremidi parçalarından yola çıkarak alandaki iskânın MS 10-11. yüzyıllara kadar sürdüğü söylenebilir.
Zindan Mağarası, önünden geçen Eurymedon Irmağı (Köprüçay) ile birlikte Kybele/Meter’e (ana tanrıça) adanmış önemli kutsal alanlardan biridir. Kutsal alanda bir ırmağın olması ve mağarada bilicilik ile ilişkili yazıtların bulunması ana tanrıça kültünün su ve kehanet ile ilişkilendirilmesini sağlar. Zindan Mağarası’na Eurymedon Irmağı (Köprüçay) üzerine yapılmış tek kemerli bir Roma İmparatorluk Dönemi köprüsü üzerinden ulaşılmaktadır. Köprünün kilit taşında Irmak Tanrısı Eurymedon’un personifikasyonu olan bir büst kabartması işlenmiştir. Mağara girişinde ise Irmak Tanrısı Eurymedon’nun tasviri bulunan Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait mozaik bir döşeme vardır. Mağara girişindeki yazıtlar Zindan Mağarası’ndaki kült alanına ilişkin önemli bilgiler sağlar. Mağara önündeki yapı kalıntıları ve burada yapılan çalışmalardan elde edilen veriler bu mağaranın, Hellenistik Dönem’den itibaren 1200 yıl boyunca açık hava tapınım yeri olarak kullanıldığını göstermektedir.
Tymbriada, Timbriada, veya Timbrias adıyla bilinen antik kent, Aksu İlçesi’nin 3.5 km kuzeybatısında ovaya hâkim bir plato üzerinde kurulmuştur. Modern araştırmalar Tymbriada’nın MS 3. yüzyılın sonuna dek yerel dili olan Pisidceyi konuştuğunu kanıtlamaktadır. Akropolün güney eteklerindeki dik kayalık alanlarda Roma İmparatorluk Dönemi’nde Phryg etkisinin varlığına işaret eden kült yerlerine ve kabartmalara rastlanmıştır. Kent dini idare olarak Erken Hıristiyanlık Dönemi’nde Pisidia’nın başkenti olan Pisidia Antiocheia’sına bağlıdır ve çeşitli konsillere piskopos göndermiştir. Kentte kamusal ve dinsel yapılar bulunur. Kent ve çevresinde kamu adına yapılan yapı ve plastik eserler arasında özel şahıslar tarafından yaptırılan adak kabartmaları ve mezar stelleri bulunmaktadır. Bu stellerde dikkat çeken yerel bir unsur Pisidcenin veya Pisidce adların kullanılmış olmasıdır.
Yerleşime Koçular Köyü Karaboğazı Mevkiisi’nden 1 km’lik tırmanışla yaya olarak ulaşmak mümkündür. Yakaafşar Köyü Mezarlığı’nda bulunan ve üzerinde “Tynada halkı” yazısı olan bir onurlandırma yazıtın incelenmesiyle kentin adının Tynada olduğu anlaşılmıştır. Sivri Tepe üzerindeki ana yerleşme, zirvenin takriben 75 metre güneydoğusundaki genişliğe yayılmıştır. Platonun güneybatı kenarında duvarları iyi korunmuş durumda önde iki sütunlu in antis planlı küçük bir tapınak yer almaktadır. Tynada’da mezar stelleri de bulunmuştur. Kentteki stellerde kartal, aslan, kılıç ve kalkan gibi sıklıkla kullanılan tasvirler Pisidia’ya özgüdür. Tynada’da bulunmuş ve günümüzde Isparta Müzesi’nde sergilenen bir sunak örneğinde tahtta oturan Zeus tasvir edilmiştir.
©2024-Isparta Belediye Başkanlığı
©2024-Isparta Belediye Başkanlığı